MEDENİYETİN VAİZLERİ FENİKELİLER/KENANLILAR


Günümüz medeniyetine alfabeyi, camı, gemiciliği bilinen ilk notalama sistemini ve daha bir çok şeyleri armağan eden ama hakkında fazla konuşulmayan bir halk.

Sur, Sayda, Malaga, Marsilya, Biblos gibi önemli şehirler ile ismi Roma ile birlikte anılan Kartaca gibi büyük imparatorluklar kuran Fenikeliler’in deniz yoluyla İngiltere’ye, Fas’a ve hatta Brezilya’ya gitmiş oldukları tarihi ve arkeolojik bulgularla kanıtlanmıştır.

Fenike sikkesi
Sadece Doğu değil Batı kültürünün de temel taşlarından sayılan Fenikeliler [Kenanlılar] Marsilya [Fransa], Cenova [İtalya], Malaga [İspanya] gibi günümüzde dahi önemini koruyan yerleşim merkezlerini kurmuşlardır. Kartaca İmparatorluğu ise o tarihlerde küçük bir köy olan Roma’nın ve Roma ağırlıklı Batı Kültürü’nün temelini oluşturmuştur.

Fenikeliler Sami kökenli Süryaniler'in atalarını oluşturan halklardan biri olmakla birlikte Aramice‘ye yakın hatta bazı kaynaklarda Aramice’nin bir lehçesini konuşmaktaydılar. Fenikelileri diğer toplumlardan ayıran en önemli özelliklerden biri imkanlarını siyasi ve askeri harcamalardan ziyade yerleşim ve ticarete harcamış - aktarmış olmalarıdır. İşte bu sebepledir ki zamanla Fenike ülkesi ve Fenike kolonileri birer ticaret, bilim ve kültür merkezi olmuştur.

Dünyanın ilk alfabesinin yanı sıra, ilk cam üretimini gerçekleştiren yine Kenanlılar - Fenikeliler olmuştur. Fenikeliler’in en eski notalama sistemini oluşturduğu ise Ugarit’te bulunan ve MÖ 1400’e tarihlenen arkeolojik buluntularla bilimsellik kazanmıştır. Bunun yanısıra Fenikeli denizcilerin MÖ 950’li yıllarda deniz yoluyla Brezilya’ya dahi gitmişler ve yerli halklarıyla ticarette bulunmuşlardır.

BİZANS'IN SÜRYANİ İMPARATORİÇESİ VE SÜRYANİ KİLİSESİ'NİN KIZI TEODORA


Tarihteki en güçlü, akıllı iffetli ve bunun yanında en çok iftira edilen kadınlardan biri olan Teodora çalışmaları sayesinde arkasında yok olmaktan kurtulmuş güçlü ve örgütlenmiş bir kilise bırakmıştır. Süryani Kilisesi tarih boyunca zor dönemler geçirmiştir. İşte bu dönemlerin içinde belki de en kötü olanları Bizans yönetimi sırasında yaşanmıştır. Özellikle Kadıköy konsili sonrası başlayan ve Süryani Kilisesi’ni asimile etmeyi amaçlayan siyasi bazlı dini baskılar giderek katliam boyutu almıştır. İşte tüm bu olumsuz şartlar altında ezilen Süryanileri kurtaran dönemin 3 önemli kahramanından biridir Teodora. Patrik Mor Severiyos ve Mor Yakup Burdono ile birlikte 451 yılından sonra başlayan Bizans’ın Doğu kiliselerine uyguldığı kan acı ve gözyaşı dolu asimilasyon politikasına göğüs germiş ve kilisenin bu zor devirde ayakta kalmasını sağlamış gerçek imanı güçlendirmiştir.


HAKİKATPERVER EFENDİM


Son yıllarında hayatı çok sıkıntı içinde geçiyordu. Aktör Şâdî Bey, bu eski üstâdını himâyesi altına alıp Şehzâdebaşı’nda işlettiği Ferah tiyatrosunda O'na küçük bir vazife verdi. Tiyatroya gelenlerin biletlerini yakıyor, salonda yerlerini gösteriyordu. Fakat bu iş ona ağır geldi.

İstanbul tekkelerinin gözbebeği ve tekke musikisinin bir tanesi sayılması sebepsiz değildi. İlâhî aşkın, tasavvufun zamanında ilk büyük mektebi ve klasik musikimizin biricik konservatuarı sayılan eski dergâhların, dergâhlara mahsus zikir âlemlerinin hakikaten yüzünü güldürmüş adamdır.

Baba Erenlerimiz, birinci sınıf zâkirlerinden ve yerine konulamayacak en birinci zâkirbaşılardandır. Hakkıyla bülbül-i gülistân-ı tekâya olduğu cümlenin malumudur. Her vech ile şüpheden vârestedir. Kendisi hem kıyâmî hem devrânîdir. Aynı zamanda mersiyehândır. Bâhusûs, tavrına, edâsına dayanılmaz. Yanında çok kimse dikiş tutturamaz. Halka-i zikre riyâset ve idaresi ile de ayrıca meşhur ve mümtâzdır. Zira, bir zâkirbaşı, riyâset kudretini hâiz değilse -her ne kadar başta bulunsa- mutlak kusuru vardır; zikre lâyıkı ile intibâk edemez. Bu kıymetli zât-ı şerîf her ikisini câmi’ bulunduğundan postunda hâkim ve yektâdır. Meydân-ı evliyâullah’ta vücudu ile iftihâr olunan zevât-ı nâdiredendir.

Yaşar şeyhe gönül verdi. Şeyh de Yaşara bir “gül” verdi. Kâdirî tarikatının ananevî mübarek bir nişânı olarak başta taşınan ve çiçek motifi şeklinde yedi renk ham ibrişim ile işlenen bu “gül”ü, Yaşar, ‘arâkiyesinin tepesine dikip, başının üstünde gezdirdiği zamanlar Gavs-ı A’zam bendesi idi. Kâdirî fukarâsından [dervişlerinden] Yaşar Dede olmuştu.

Erenler eşiğinde, yol erkânında böylece gereken vazifeleri, vecîbeleri kusursuz olarak görüp bitirdikten sonra, o vaktin halifebabası ve Çamlıca tekkesi postnişîni, Yakup Kadri’nin Bektâşîlik aleyhindeki ünlü “Nur Baba” romanının gerçek karakterlerinden biri olduğu iddia edilen Ali Nutkî Baba’dan babalık icâzetnâmesini alır. Yaşar Baba, başındaki Rufâî tâcının üstüne bu def’a yine siyah destarlı, edhemî terkli [on iki dilimli] bir Bektaşî fahri [tâcı] geçirmiş bulunuyordu.

Karşısında kim olursa olsun “Efendim”siz konuşmazdı. Sinirlendiği zamanlarda bile ağzından kötü bir söz çıktığı duyulmamıştır. Muâşeret irfânı, nezâket duyguları bu derece yüksek ve yürektendi. Çok da sabırlı ve tahammüllü idi. Tekkelerin sırlanmasından [kapatılmasından] sonra sıhhat ve neş’esini kaybetmişti. Üzüntüleri arttıkça rahatsızlıklar da biribirini takib ediyordu. Takatsiz, mangırsız kalmıştı. Gine de kendi üzüntüsüyle başkasını meşgul etmek istemediğinden kimseye hâlinden şikâyette bulunmazdı. Üstelik neş’eli görünmeğe çalışırdı. Zira, onun nazarında huzur bozmak, neş’e kaçırmak en büyük günah sayılırdı.

Devir görmüş, umûr görmüş bir insandı. Hâfızasında zamanla toplanmış bir hayli hâtıra vardı. Bu itibârla çok fıkra ve hikâye bilirdi. Son çağların meşhur şahsiyetlerine âit bilhassa eski zâkir, bestekâr ve tekye şeyhlerine âit kafasında sıralanmış çoğu duyulmamış bilgi ve görgüler icâbında bir kitap olabilecek zenginlikte idi.

Nüktedanlığı, hâzırcevâplığı da ayrı bir âlemdi. Kendisinden de şu fıkrayı anlatırlar:

Ramazan’da müezzinbaşılığını yaptığı Çiftesaraylardan kendisini alıp terâvîh kıldırmak üzere Amîne Sultan’ın Arnavutköyü’ndeki yalısına götürürler. İlk gece namazı bildiğimiz şekilde kıldırır. Herkesi memnun eder, teşekkür kazanır.
Birkaç gece sonra terâvîh’i kıldırırken Fatiha’dan sonra okunması gereken âyeti hatırlayamaz. Ne yaptı ise toparlayamaz. Sezdirmemek için aklına gelen Şu’ûl isimli Arabî ilâhîlerden bir parça okuyup rükû’a varır, işin farkına varanlar, namazdan sonra:
-Yahû bunu nereden çıkardın Baba Erenler?
Hemen cevâbı yapıştırır:
-Kur’ân’ı her gece okuyup da israf edecek değilim ya! Bir gece de böyle olsun! Hem bir de değişiklik olur! dedi. Gülmekten katılırlar.

Eski güzel terim ile söylemek lâzım gelirse, Yaşar Baba’mız -Hilmi’nin de belirtmek istediği gibi- kendi çapında ve çağında [Sultânu’z-Zâkirîn] denilmeğe hakikaten pek lâyık olmuş adamdı. Defterler dolusu İlâhî mecmuâsından başka, kafasının arşivinde çeşitli besteleri ile derlenmiş binlerce eser onun ölümü ile beraber toprağa girdi. Zamanında hiç bir zâkirden göremediğimiz o müstesna tavrından, örnek bilinen edâ ve üslubundan, hele Kıyâm Tevhîdi açılırken o kıvrak sesi ile okuduğu Münâcâtın başındaki “Yâ Mevlânâ”sından şimdi elimizde kalan yalnız hazin bir hâtıradır. Ne yazık ki o da zamanla kaybolmak üzere bulunuyor.

Kıyâm Zikri’nin ritmik, estetik bütün, inceliklerine fevkal’ade bir sûretde vâkıf ve mutasarrıf bulunan, hele zikri idare kudreti, hakikaten bir hârika halinde görülen, gösterişsiz, ufak yapılı vücudunda bilhassa bu noktadan büyük kıymetler taşıyan bu kıyâmcılar kıyâmcısı ile Yaşar Baba, kazara bir hafta günü tekkeye gelmemiş olsalar, yine para ile tutulmuş bir kısım zikirciler, bütün ustalıklarına rağmen ne yapsalar, kendi başlarına zikri açamazlar, yürütemezlerdi. Bu hususta bilgisi, görgüsü bir hiçten ibâret bulunan biçâre Efendi de bunalarak ne yapacağını bilemezdi. Herkese tepeden bakmağı âdet edinmiş olduğu halde bu iki zâtın önünde hürmetle, zarûretle eğilir ve küçülürdü. Çünkü bu iki adam Şeyh’in, tekke’nin kusur ve noksanlarını örtüyor, düzeltiyor, hatta tekke’ye şeref ve kıymet katıyordu.

Zikirlerin mükemmeliyeti bir yerde anlatılırken:

-Üsküdarlı Kemâl’in reisliğinde ve Yaşar Baba’nın idaresinde!.. deniliyordu.


ROMA'NIN KABUSU KARTACALI KOMUTAN HANNİBAL


Hayatı hakkındaki bilgileri düşmanlarından öğrenilse de onlar bile Hannibal'ın dürüstlüğünü, merhametliliğini ve dehasını övmekte birleşirler. 
Bir zamanlar Roma devletinin korkulu rüyası, Napolyon ve Makedonyalı İskender ile adı askeri diğer dehalar ile anılan Kartacalı Hannibal tarihin ünlü askeri zekâlarından olmuştur.

Hannibal.-Francisco de Goya (1771)
Pön (Punic) Savaşında [218-202] ordusunu Alplerden geçirmiş ve Romalılar'ı gafil yakalamış Roma'yı tarihten silecek seviyeye gelmiştir.

Batı dünyasında oldukça iyi bilinmesine rağmen Süryaniler, bu büyük komutanlarını yeterince tanımamaktadırlar. Romalılar tarafından kılıçtan geçirilerek yakılan Kartaca'nın büyük bir oranda yok olan belgeleri nedeniyle bu büyük devlet adamı ve askeri dehanın yaşamı ile ilgili bilgileri Batılı tarihçilerden öğrenmekteyiz. Hayatı hakkındaki bilgileri düşmanlarından öğrenilse de, onlar bile Hannibal'ın dürüstlüğünü, merhametliliğini ve dehasını övmekte birleşirler.


SAMSATLI LUKİANOS



Samsatlı Lukianos, 120-180 yılları arasında yaşamış Yunan dili ile yazmış nükteli ve alaycı doğası ile tanınan ünlü Süryani filozof ve edebiyatçıdır. Her ne kadar Yunanca eserler vermiş ve Yunan Kültürü’ne ait olarak görünmekte ise de ana dili Yunanca değil Süryanice’dir. 2‘ci yy’da yaşamış olan Lukianos bugün Samsat olarak bilinen Süryanice “Güneş” anlamına gelen Şamişat’ta doğmuştur. Şamişat tarihi MÖ 3000’e uzanan önemli ve köklü bir Süryani yerleşimidir. Günümüzde Hısn-ı Mansur (Adıyaman merkez), Kahta ve Gerger gibi önemli Süryani yerleşimleri ile birlikte Adıyaman ili sınırları içinde kalmaktadır.

ONLARI KENDİM, ASHABIM VE MÜMİNLERLE BİRLİKTE KORUYACAĞIM


Müslümanlar, Hrıstiyanları terk etmeyecek! Onları desteksiz bırakmayacak! İyi ve kötü günlerinde müslümanlarla beraber oldukları müddetçe, zorluklarını, sıkıntılarını paylaştıkları müddetçe, onların aleyhine ve lehine olan şeyleri paylaştıkları sürece, onlar müdafaa edilecek, kötülüklere ve sıkıntılara karşı ahidnâme mucebince korunacaktır.

Bu Yazı [Emannâme], Allah’ın Resulu ve insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderilen Muhammed’in, Allah’ın va’di üzere, bir hüccet olarak insanlara, Allah’ın va’di üzere olmaları ve ahidlerinde durmaları konusunda yazdırdığıdır. Allah Alîm ve Hakîmdir.

Onlara eza edenlerin, aldatanların, katledenlerin arkasında olmaktan uzağım. Kendim, tabîlerim, ashabım ve milletimle birlikte onlara âmir olarak onların haklarına riâyet edip onları zarardan, kötülüklerden korumak, bana ve ashabıma zarar ulaştırmadıkları müddetçe, muhafaza etmek vazifedir.

Harac ve cizye onlardan zorla alınmayacak, cebr ve ikrahla değil, istekleriyle, gönüllerine göre alınacak. Bu konuda cebir ve zorlamaya müracaat edilmeyecek. Hrıstiyanlar, Hrıstiyanlıktan, piskoposlar, piskoposluktan ve rahipleri ruhbanlıktan zorla döndürülmeyecek, seyyahları seyahatten menedilmeyecek, kasten din değiştirmeye, müslüman olmaya icbar edilmeyecek. Ancak kendi rızalarıyla, iman nasib olanları hariç.

Ahidnâme verilenlerin evleri ve kiliseleri yıkılmayacak, bu yıkıntıları müslümanlar mescid binasında ve evlerinde kullanmayacaklar. Bunu yapanlar Allah’ın ahdini bozmuş, Resulullah’a muhalefet etmiş ve Allah’ın zimmetine ihanet etmiş olur.

MEVLANA TARTIŞMALARI




Birçok yazarın, Mevlana Celaleddîn-i Rumî ve Mevlevilik ile ilgili çalışmalarını maalesef modern/ideolojik yaklaşımlardan bağımsız ve yazma/yazılı kaynaklara dayalı olarak gerçekleştirilmiş ilmi araştırmalar olarak değerlendiremiyoruz.



Tasavvuf=Batınîlik mi? Alevî versus Sünnî tarzında bir kategorileşmenin ya da ayrışma her zaman var mıydı? Ahilere ait kaynaklarda, Ahilerin yaşam biçimlerinde laik/seküler bir öz ve tarz var mı?



AHMED SERVET BEYBABA


Servet Beybaba, Kırklareli’nde yetişmiş kuvvetli Bektâşî şair ve büyüklerindendir. Adı Ahmed Tevfik idi. Mason Bektâşîlerin önde gelenlerinden Tevfik Beybaba'nın damadı olduktan sonra Servet mahlası almıştır. Şairin ‘Müntakim’ adlı tiyatrosuyla, ‘Racî’ adlı romanı o dönemde baskıya hazırlanmışsa da şairin ölümüyle basılmadan kalmışlardır.

Nar-ı mâtemle yakıp cân ve ciğer dağlayalım
Anıp ol vakıayı haşre kadar ağlayalım



HURÛFÎ, BEKTAŞÎ BAHUSUS CAVÎDAN


Hurûfîlik nedir? Bektaşîlikle bir ilişkisi var mıdır?

Hurûfîlik, temelde Bektaşîlikle bir bağlantısı bulunmamasına karşın sonradan Bektaşîleri etkileyen Batınî hareketlerin başında gelmektedir. Hurûfîlik-Bektâşîlik tartışmaları, Karyağdı Bektâşî Dergâhı’nda baba olan Mehmed Necîb Baba’nın Hurûfîlerin temel eserlerinden olan ‘Işknâme-i İlâhî kitabını iki kez Litography usulüyle basması ile alevlenmiştir. Sultan II. Mahmud’un ölümüne kadar [1255/1839] amansız bir şekilde uygulanan takibat sonrasında 1288/1871 tarihinde Mehmed Necîb Baba’nın bu Hurûfî kitabını iki kez basması Sultan II. Mahmud döneminin ardından ikinci bir gerginliğe neden olur. Dönemin ünlü ulemasından, mevâliden ve meclis-i ma’ârif a’zâsından Harputlu İshak Hoca Bektâşîler aleyhinde “Kâşifu’l-Esrar Ve Dâfi’u’l-Eşrar” adlı ünlü eserini yayınlar. Bu eser kamuoyunda büyük bir yankı uyandırır. Kitap, Bektaşîleri din dışı ve dinsiz olarak niteler.

GÖRÜB İ’LÂM EYLEYESUZ


Şeyh Es-Seyyid Mehmed Ali’ye Karyağdı Baba denmesinin nedeni; menkıbeye göre, çok sıcak bir yaz mevsiminde Ali Baba’dan bir keramet arzu etmişler. O da yaz mevsiminde kar yağdırmış. O andan itibaren “Karyağdırdı Baba” diye anılmış ve bu da sonradan “Karyağdı Baba”ya dönüşmüş. 

Kıyâm Zikri’nin ritmik, estetik bütün, inceliklerine fevkal’ade bir sûretde vâkıf ve mutasarrıf bulunan, hele zikri idare kudreti, hakikaten bir hârika halinde görülen, gösterişsiz, ufak yapılı vücudunda bilhassa bu noktadan büyük kıymetler taşıyan bu kıyâmcılar kıyâmcısı ile, Yaşar Baba, kazara bir hafta günü tekkeye gelmemiş olsalar, yine para ile tutulmuş bir kısım zikirciler, bütün ustalıklarına rağmen ne yapsalar, kendi başlarına zikri açamazlar, yürütemezlerdi. Bu hususta bilgisi, görgüsü bir hiçten ibâret bulunan biçâre Efendi de bunalarak ne yapacağını bilemezdi. Herkese tepeden bakmağı âdet edinmiş olduğu halde bu iki zâtın önünde hürmetle, zarûretle eğilir ve küçülürdü. Çünkü bu iki adam Şeyh’in, Tekke’nin kusur ve noksanlarını örtüyor, düzeltiyor, hatta Tekke’ye şeref ve kıymet katıyordu.

Zikirlerin mükemmeliyeti bir yerde anlatılırken:

-Üsküdarlı Kemâl’in reisliğinde ve Yaşar Baba’nın idaresinde!.. deniliyordu.

AHMED-İ CİZRÎ


Dedim: Ah! sensin gözün gördüğü, kulağın işittiği. 
Dedi: Biliriz, ruhun biziz, yalnızca bir kafessin sen [...] 

Cizreli Kürd bilge, alim, mutasavvıf ve şairdir. Adı Ahmed lakabı Melaye El-Cezerî’dir. 

Yaşadığı asır konusunda tarihçiler ihtilaf sergilese de divanındaki şiirlerinden 16–17. yüzyılda yaşadığı anlaşılmaktadır. Hicri 500’lü yıllarda yaşadığına ilişkin son dönem araştırmacılarına ilişkin kayıtlar doğrulanamamaktadır. Divânın sonunda Cizre emirlerinden olduğu ifade edilen Emir İmâduddin ile mükâleme ve müsâceleleri yer almaktadır. Ancak Şerefnâme’de Cizre emirleri arasında İmâduddin adına rastlanmamaktadır.

KÜRT BEDİRHAN PAŞA’NIN GİRİT’TEN GÖNDERDİĞİ BİR ARİZA


Atûfetlu Efendim Hazretleri, 

[...] çünki, sâye-i şâhânede Kürdistan’da kazandığım cüz’î ve küllî her ne ise tükenmiştir.
Bu kere maâş-ı çâkerânem mâh be mâh sarf olunmadığı hâlde aşırı zahmetkeş olacağım bedîdâr ve zahmet olmaklığım merhamet ve şefkat-i mun’imânelerine muğâyir olduğu asla şübhem olmayıb ve husûs-i mezkûrdan başka bu sene-i mübârekede ba’zı husûsâtdan meşakkatkeş olduğum dahi hâk-i pâ-yı ‘âlî-yi mun’imânelerine arz ve inhâ kılınmıştır.

AHMED-İ HÂNÎ


Yoksa sen divâne oldun, nice hâlim ey dila 
Ya ji nuh îşweyek da min habîba çâv-ğazal [...] 

Şeyh Ahmed bin İlyas el-Hânî.[1650–1707] Hakkârili tanınmış Kürt şair, bilgin, edebiyatçı ve mutasavvıf. Hayatı hakkında çok şeyler yazılmış olmasına karşın, çelişkili bilgiler verilmektedir. Bazı kaynaklarda 16.yüzyıl ile 17.yüzyıl başlarında yaşadığı söylense de yazdığı kitaplarda, belirttiğimiz tarihlerde yaşadığı kesin olarak anlaşılmaktadır. Nitekim Ahmed-i Hânî’nin kendisi Mem o Zin adlı manzum eserinin son bölümünde Hicri 1061 tarihinde dünyaya geldiğini kat’i bir şekilde ifade etmektedir. Aynı yerde, Mem o Zin kitabını ise 44 yaşında tamamladığını belirtmektedir.

Lewra ko dema ji ğaybi fek bu
Tarih-i Hezâr o şist o yek bu

İsâle gihéşte çil o çaran
Wi pişirewi günah-kâran

KÜRTÇE MEVLİD


Kürtçe Mevlid-i Şerîf yazarı Molla-i Bâtevî hakkında kaynaklarda çelişkili ve doğrulanamayan bilgiler bulunmaktadır. Kürtçe (Kurmancî) Mevlid-i Şerîf’in ilk baskılarında adı Hasan El-Ertûşî şeklinde yer almıştır ki yaptığımız araştırmalar bunu doğrulamamaktadır. Bazı kaynaklarsa adını Ahmed olarak kaydetmiştir. Bu kayıtlara karşı yaptığımız araştırma sonucunda asıl adı Molla Hüseyin El-Batevî’dir. Molla Ahmed onun dedesidir. 

Cümle zerrât-ı cihân dâ ev nidâ
Kérne gâzî pékve gotin merhabâ 

Ger dévitin hûn ji nâré bin necât
Bi’aşk o şevqek hûn bibéjin Es-Selât

İDRİS-İ BİTLİSÎ


Nâmıdır Hakîmuddîn İdrîs nisbesi Bidlîsî / Oldır umûm tâife-i ekrâdın mefhari hemân / Bâisidir ol hem feth-i bilâd-ı ekrâdın / Muvakki’i Sultân-ı iklîm-i Mısr u Rûmın / Hem idi allâme-i ilm-i zâhir u bâtın / Ba’d-i çend kurûn Müfîda desün fevtine târîh / “Behişt-i a’ladır meskeni” ola fevtinin târîhi [926] 

Soy olarak Kürt olan İdris-i Bitlîsî, Kürt ve Osmanlı tarihinin önemli karakterlerinden biridir ve günümüzde ismi üzerinden siyasi tartışmalar da yapılagelmektedir. İdris-i Bitlîsî kimdir?
 

HAŞİYE

Hovardalık günlerimin sonunda daha fazla hayaller içerisine gömülür, pişmanlık, gözyaşları, lanetler ve sevinçlerle dolardı yüreğim. Bazı zamanlar, bu sarhoşluk ve her yanımı kuşatan mutluluk, bana kendimle alay etmeyi unuttururdu. Neredeyse damarlarımda dolaşırdı umut, inanç ve sevgi. O zamanlar dışarıdan gelecek bir mucizeyle önümdeki her şeyin ferahlayacağına, iyi, güzel ve kusursuz bir çalışma ufkunun beni beklediğine inanırdım. Yeraltından Notlar -Dostoyevski

CIRCA LUMINA

It seems to me that we must make a distinction between what is "objective" and what is "measurable" in discussing the question of physical reality, according to quantum mechanics.The state-vector of a system is, indeed, not measurable, in the sense that one cannot ascertain, by experiments performed on the system, precisely (up to proportionality) what the state is; but the state-vector does seem to be (again up to proportionality) a completely objective property of the system, being completely characterized by the results it must give to experiments that one might perform.

Roger Penrose- The Emperor's New Mind