Eğer şimdi, şimdiki anın barındırdığı geçmiş zamanın seli içinde parçalanan dilin yıkıntı ve tortularına bakabilsen, dilin yaşam tarihini ve onun kaynağını görürsün. Dilin var olmaya doğru filizlendiği ilk dönem, sadece zayıf bir fonetiği yansıtan bir kısım harf tanecikleri devresidir ki bu harf tanecikleri genel ses içinde gizlenmişti ve çoğu tabiat seslerini taklit ederek ifade gücüne erişiyordu. Sonra duygu, istek ve manaların netleşmesiyle bu ses habbecikleri, hece diline doğru evrilmiş, tekamül etmiştir. Ardından niyet ve isteklerin çoğalmasıyla hecelerden birleşik dil yapısına doğru basamakları çıkmıştır. Uzak Doğu Dilleri bunun canlı belgeleridir.
Dilleri Allah mı yarattı, insan mı? Allah mı öğretti, insan mı öğrendi? Gökten mi indi, insan zihninin ürünü mü? Burada kavga körlerin döğüşü gibi olmuştur. Yani dindarlar, “Allah, dili, gökten Arapça veya İbranice veya Süryanice insan telaffuzu ile seslenerek öğretmiştir.” diyorlar. Buna mukabil, pozitivistler, “Allah falan yok. İnsan egosu, kendi zihinsel yaratısı ile bunları öğrenmiştir.” iddiasını savunuyorlar.