DİL VE RUH


Eğer şimdi, şimdiki anın barındırdığı geçmiş zamanın seli içinde parçalanan dilin yıkıntı ve tortularına bakabilsen, dilin yaşam tarihini ve onun kaynağını görürsün. Dilin var olmaya doğru filizlendiği ilk dönem, sadece zayıf bir fonetiği yansıtan bir kısım harf tanecikleri devresidir ki bu harf tanecikleri genel ses içinde gizlenmişti ve çoğu tabiat seslerini taklit ederek ifade gücüne erişiyordu. Sonra duygu, istek ve manaların netleşmesiyle bu ses habbecikleri, hece diline doğru evrilmiş, tekamül etmiştir. Ardından niyet ve isteklerin çoğalmasıyla hecelerden birleşik dil yapısına doğru basamakları çıkmıştır. Uzak Doğu Dilleri bunun canlı belgeleridir.

Dilleri Allah mı yarattı, insan mı? Allah mı öğretti, insan mı öğrendi? Gökten mi indi, insan zihninin ürünü mü? Burada kavga körlerin döğüşü gibi olmuştur. Yani dindarlar, “Allah, dili, gökten Arapça veya İbranice veya Süryanice insan telaffuzu ile seslenerek öğretmiştir.” diyorlar. Buna mukabil, pozitivistler, “Allah falan yok. İnsan egosu, kendi zihinsel yaratısı ile bunları öğrenmiştir.” iddiasını savunuyorlar.

Elif, Alef, Alfa, a ÖKÜZÜN BAŞI


Eskiden Sâmî milletlerde ve Avrupa’da rakamlar olmadığından harfler ondalık sistem dizaynıyla aynı zamanda rakamlar olarak da kullanılıyordu. Özellikle Sâmî dillerde her kelimenin aynı zamanda sayısal bir değeri de vardı. Ve insanlar konuşurken o değerleri de kast ediyorlardı. Sonra Hindistan’dan rakamlar gelince, Ortadoğu’da Arap harflerinin karakterini aldı. Avrupa’da da şimdi kullandığımız rakamlar şeklini aldı. Artık sıfır hem Ortadoğu’da, hem Avrupa’da sistemin içine girdi. Elif’in sayısal değeri birdir. Ve varlık sadece birdir, bir tanedir, diğer şekiller ise o Bir’in katmanları ve türevleridirler.


Biliyorsunuz, ilk alfâbe hiyeroglif alfâbesidir. Bu alfâbenin mantığı şudur: Harfler, somut eşyanın resimleri ile ifade edilir. Mesela: S harfi yılan ile,  Ş harfi yaprak ile, a  harfi öküzün başı ile resimlendirilirdi. Bu hiyeroglif yazı Sümerler’de çivi yazısına dönüştü, bir miktar soyutluk kazandı. Çin, Japon, Kore gibi Uzakdoğu ülkelerinde çivi yazısı ile şekil arasında bir mevkide kaldı. Latin Dünyası’nda ve Sâmî milletlerde iki ayrı kol olarak tamamıyla soyut karakterlere dönüştü.


İşte bakın bu şekil “ŏöküzün başıdır. Ve eski dilde öküz ve yem’in adı “alfa” ve  “alef ” olduğundan Fenikelilerden Avrupa’ya bu harf  “a” şeklini aldı. Ona Alfa [İlk harf] dediler. Fakat Sâmî milletlerde bu şekil, açıldı. l [Elif] düz bir şekil oldu. Buna psikolojide “Soyutlama yeteneği” denilir.


ALLAH’IN KONUŞMASI


Allah nasıl olur da Kur’an'da, "Allah’a hamd olsun! Sübhanallah!" diyor. Kendi kendine hamd ediyor? Bu tarz ifadeler, Kur’an'ın Allah’ın kelâmı olmadığını gösterir mi?


Edebiyat ve dilbilimle ilgilenen herkes bilir ki bir cümle, ya haber ya da inşâ cümlesidir. Haber cümlesi, bir durumu, bir niteliği bildiren yüklemli cümlelerdir. İnşâ cümlesi ise istek, talep, medih, umut gibi yeni bir anlamı üretmek için söylenilen cümlelerdir. İşte “el-Hamdulillah” cümlesi bu iki özelliği de hâvidir. Cümle, “Allah en mükemmel varlıktır, kemalatın, olgunluğun son zirvesindedir.” şeklindeki anlamıyla haber cümlesi ve yüklemli bir öznedir. Bunun için Kur’an'da her nerede “el-Hamdulillah” cümlesi geçmişse hemen devamında bunun gerekçesi vardır. Mesela, Fâtiha sûresinde bu cümlenin arkasından “Rabbi’l-Âlemîn” ifadesi geliyor ve diyor ki:

Bütün âlemleri birden kontrol edip terbiye etmeyen, onlara kemalat meyvesi verdiremeyen, hamd ve övgüye, güzellik ve mükemmelliğe sahip olamaz. Çünkü her şey birbirine entegre bir şekilde hareket ediyor ve her şey bütün alemlerin özü, özeti ve ürünüymüşçesine bir hal sergiliyor.

KUR'AN'DA ÖZEL İSİMLER/KAVRAMLAR VE DİL İNCELİKLERİ


Kur'an'da, tefsir biliminin en yüksek ve en sağlam şekli olan Kur'an'ın Kur'an'la tefsiri çerçevesinde, filolojik tahliller sözkonusu edilmektedir. Dil inceliklerinin harika nakışlarını i'caz ekseninde dokuyan Kur'an-ı mucizü'l-beyan'ın bu alanda gösterdiği güzellikler de onun mucizeler halkasının başka bir versiyonudur.

Kur'an'da -Arapça orijinli olmayan- bir takım kelimelerin, değiştirilerek kullanımı ile Arapça’ya uygun bir anlam hedeflendiği açıktır. Bununla beraber, yabancı kelimelerin büyük çoğunluğu İbranî veya Süryanîce olup Arapça ile aynı kökten gelen Sami dil ailesine bağlıdır. Bu itibarla, bu tür kelimeler yabancı da olsa Arapça dil incelikleri açısından uygun görülen bir manaya delâlet edebilir. Meselâ: "Musa" kelimesi, Kıptîce'de su anlamına gelen "mû" ve ağaç anlamına gelen "şa" kelimelerinden meydana gelmiştir.. Arapça’da da su, "mâ" olarak ifade edildiği gibi ağaç da şecer olarak ifade edilir. Araplarda kısaltmaların yapıldığı bilinmektedir. Buna göre, "Şa" Arapça’da “Şecer”in kısaltılmışı olarak değerlendirilebilir. Musa kelimesi, hem sinli hem de şınlı olarak okunmuştur. Bu iki harf mahreç açısından kardeş olduklarından birbirlerinin yerinde kullanılabilir.

HAŞİYE

Hovardalık günlerimin sonunda daha fazla hayaller içerisine gömülür, pişmanlık, gözyaşları, lanetler ve sevinçlerle dolardı yüreğim. Bazı zamanlar, bu sarhoşluk ve her yanımı kuşatan mutluluk, bana kendimle alay etmeyi unuttururdu. Neredeyse damarlarımda dolaşırdı umut, inanç ve sevgi. O zamanlar dışarıdan gelecek bir mucizeyle önümdeki her şeyin ferahlayacağına, iyi, güzel ve kusursuz bir çalışma ufkunun beni beklediğine inanırdım. Yeraltından Notlar -Dostoyevski

CIRCA LUMINA

It seems to me that we must make a distinction between what is "objective" and what is "measurable" in discussing the question of physical reality, according to quantum mechanics.The state-vector of a system is, indeed, not measurable, in the sense that one cannot ascertain, by experiments performed on the system, precisely (up to proportionality) what the state is; but the state-vector does seem to be (again up to proportionality) a completely objective property of the system, being completely characterized by the results it must give to experiments that one might perform.

Roger Penrose- The Emperor's New Mind