KUR'AN'DA ÖZEL İSİMLER/KAVRAMLAR VE DİL İNCELİKLERİ


Kur'an'da, tefsir biliminin en yüksek ve en sağlam şekli olan Kur'an'ın Kur'an'la tefsiri çerçevesinde, filolojik tahliller sözkonusu edilmektedir. Dil inceliklerinin harika nakışlarını i'caz ekseninde dokuyan Kur'an-ı mucizü'l-beyan'ın bu alanda gösterdiği güzellikler de onun mucizeler halkasının başka bir versiyonudur.

Kur'an'da -Arapça orijinli olmayan- bir takım kelimelerin, değiştirilerek kullanımı ile Arapça’ya uygun bir anlam hedeflendiği açıktır. Bununla beraber, yabancı kelimelerin büyük çoğunluğu İbranî veya Süryanîce olup Arapça ile aynı kökten gelen Sami dil ailesine bağlıdır. Bu itibarla, bu tür kelimeler yabancı da olsa Arapça dil incelikleri açısından uygun görülen bir manaya delâlet edebilir. Meselâ: "Musa" kelimesi, Kıptîce'de su anlamına gelen "mû" ve ağaç anlamına gelen "şa" kelimelerinden meydana gelmiştir.. Arapça’da da su, "mâ" olarak ifade edildiği gibi ağaç da şecer olarak ifade edilir. Araplarda kısaltmaların yapıldığı bilinmektedir. Buna göre, "Şa" Arapça’da “Şecer”in kısaltılmışı olarak değerlendirilebilir. Musa kelimesi, hem sinli hem de şınlı olarak okunmuştur. Bu iki harf mahreç açısından kardeş olduklarından birbirlerinin yerinde kullanılabilir.


İslam tarihi boyunca gelişen ilim dallarının hepsi de Kur'an'ı referans olarak göstermiştir. Bu husus sadece tefsir, fıkıh, akaid/kelam gibi Kur'an'ın doğrudan mesajını algılamaya çalışan disiplinler için değil, aynı zamanda Beyan, Bedi ve Maanî ilimleri gibi Arapça Belagat ve dilbilgisini öğreten disiplinler için de geçerlidir. Bu ilmî disiplinlerin hepsi de kendi alanlarıyla ilgili bilgi ve bulgularını Kur'an'a onaylatmak suretiyle onların doğruluklarını pekiştirmeye çalışmışlardır. Bu konuda, özellikle Kur'an'da yabancı kelimelerin anlamlarını açıklamak üzere müstakil eserler yazılmıştır. el-Cevalikî'nin el-Muarreb'i gibi…

"Kitapta hiç bir şeyi ihmal etmedik" "Biz sana her şeyi apaçık beyan eden kitabı indiridik" mealindeki ayetler, Kur'an'ın pek çok değişik ilimleri ihtiva ettiğini göstermektedir. İbn Mes'ud'un belirttiği üzere, geçmiş ve geleceğe ait bütün ilimleri ihtiva eden Kur'an'ın işaret ettiği ilimlerden biri de lügat ilmidir. Bu cümleden olarak, Kur'an'da garip kelimelerin, önemli kavramların ve özellikle peygamberlere ve kavimlerine ait özel isimlerin sözlük anlamlarına işaret eden ifadelere yer verildiği görülmektedir.

Kur'an'da, eskilerden nakledilerek hikâye edilen ifadeler ve kullanılan kelimelerdeki i'cazın da Kur’an’a ait olduğunu söyleyen İbn Aşûr'un ifade ettiği gibi, bu çeşit kelimelerin Kur’an’da yerli yerince kullanılması ve gerekli görüldüğünde, "Şavul" kelimesinin "Tâlût"; İbrahim'in babasının ismi olan "Târeh" kelimesinin "Azer" olarak değiştirilip kullanılması gibi bir takım değişiklikler yapılarak, onlara Arapçaya uygun edebî bir veche kazandırılması, onun i'cazının bir parıltısıdır. [krş. İbn Aşûr, Muhammed b. Tahir el-Cezairi, et-Tenvîr ve't-Tehrir, I/121]

Bilindiği gibi, Kur'an-ı Kerim'de isimleri açıkça zikredilmeyen insan, cin, melek, kavim/ topluluk ve arz/yer gibi hususların teşkil ettiği konuya "Mübhemâtu'l-Kur'an" denir. Bu çeşit kelimelerin müphem olarak zikredilmesinin sebeplerinden biri, bunların Kur'an'ın başka bir yerinde açıklanmış olmasıdır. Meselâ: Fâtiha sûresinde geçen "Kendilerini nimetlendirdiğin kimseler" ifadesi müphemdir. Allah'ın kendilerine nimet verdiği varlıkların kimler olduğu açık değildir. Ancak, bu husus Nisâ Sûresinin 69. âyetinde açıklanmış ve adı geçen kimselerin, peygamberler, sıddîkler, şehitler ve sâlih kimseler olduğu belirtilmiştir.

Âlimler, Kur'an'ın herhangi bir yerinde, âmm/genel, mutlak/kayıtsız veya mücmel/özet olarak kullanılan ifadelerin, genellikle başka bir yerinde tahsis, takyid, ve tafsil edildikleri görüşündeler.

Kur'an'da mücmel olarak bilinen kapalı ifadelerden bir kısmı, yine Kur'an tarafından açıklanmıştır. Mesela: Oruç tutan kimse için imsak vaktinin belirtilmesi için, Bakara Suresinin 187. ayetinde yer alan 'beyaz iplik, siyah iplik' tabirleri anlam bakımından kapalı olup, arkasından gelen 'mine'l-fecr = fecirle ilgili' tabiriyle açıklık kazanmış ve bunun yerdeki ipler değil, gökteki şafağın sökmesi anlamında olduğu anlaşılmıştır. Tarık Suresinin ilk ayetinde geçen 'et-Tarık' kelimesi, manası açık olmayan mücmel ve istimal açısından garip bir kelimedir; ancak onu takip eden üçüncü ayette 'akan yıldız' kelimesiyle açıklanmıştır.

Gerek 'İlyas' kelimesinin 'İlyâsîn' şeklinde gelmesi gibi, herhangi bir kelimenin bizzat Kur'an'ın kendi sistematiği içerisinde, gerekse 'İşâ' nın[veya İysu'] 'İsa'; 'Muşa' nın 'Musa' şeklinde gelmesi gibi, önceki kitaplarda kullanılan ve ehl-i kitap tarafından o tarz ile meşhur olan bazı kelimelerin, Kur'an'da farklı bir şekilde yer alması da -daha önceki kullanışlarına göre-bir nevi mücmel sayılabilir. Ayrıca Kur'an'ın, bu çeşit kelimeleri bu tarzda kullanmasında bir hikmetin de aranması gerekir. Çünkü Kur'an'da hikmetsiz bir şey olmayacağına göre, bir çeşit kapalılığı ifade eden bu tür kelimelerin Arapça’daki istimalinde bir takım inceliklerin bulunması, sözkonusu kapalılığı da izale edecektir.

Şunu da belirtmeliyiz ki, Kur'an'ın konumuzla ilgili olan kelimeleri açıklaması, daha çok "mantuk"un değil, "mefhum"un açıklamasıdır. Yani sözkonusu kelimeler, doğrudan değil, dolaylı bir şekilde açıklanmaktadır.

Mantuk: Bir ifadede yer alan kelimelerden açıkça anlaşılan mana demektir.
Kur'an'da "Orucu üç gün Hac’da, yedi gün de Hac’dan dönerken tutun" mealindeki ifadeden sonra yer alan "ki, bu tam on gündür" mealindeki ifadesi, "mantuk"un açıklamasıdır. [Bakara, 2/186]

Mefhum:Herhangi bir ifadeden, -orada yer alan kelimelerin açık anlamlarının dışında- anlaşılan mâna demektir.

"Anne babanıza of demeyin" [İsra, 17/22] âyetinden onları dövmenin daha da çirkin ve yasak olduğunu anlamak gibi. [bkz. es-Suyutî, el-İtkan, II/52-53.; Subhi Salih, 300-301]

Bilindiği üzere, Kur'an'ın bir ismi de "Müheymin"dir. Yani, daha önceki semavî kitapları ve tarihî gerçekleri kontrol eden kitap. Kur'an'ın bu özelliği Maide suresinin 48. ayetinde mealen şöyle ifade edilmiştir: "Sana da, daha önceki kitapları doğrulamak ve onları gözetip korumak[Müheymin] üzere hak olarak kitabı [Kur'an'ı] gönderdik."

Bu ayette, Kur'an'ın diğer kitaplara karşı bir görevinin de onları-aslî hüviyetleri itibariyle- doğrulamak ve semavî kimliklerini korumak olduğu, açıkça vurgulanmıştır.

Hakka suresinin 40–43. ayetlerinde ise:

Görebildikleriniz ve göremedikleriniz üzerine yemin ederim ki
Hiç şüphesiz bu Kur'an, çok şerefli bir elçinin tebliğ ettiği sözdür.
O bir şair sözü değildir.
Ne de az iman ediyorsunuz!
O bir kâhin sözü de değildir.
Ne de az düşünüyorsunuz!.
O, âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir.

mealindeki ifadeye yer verilmiş ve asr-ı saadetten sonra da Kur'an’da onun doğruluğuna delil teşkil edecek gerçeklerin görüleceğine işaret edilmiştir. Şüphesiz bu ayetlerde geçen "görülen ve görülemeyenler" her asır için sözkonusudur. Ve bu ifadeler geniş kapsamıyla gayb ve şehadet âlemlerini ihtiva ettiği gibi, bizzat Kur'an'ın açık (sarih) ve işaret yollu ifade tarzına da delâlet etmektedir.

Ayrıca Fussilet Suresinin 53. ayetinde yer alan:

İnsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde ayetlerimizi göstereceğiz ki
Kur’an’ın gerçekten Allah’ın kelamı olduğu, onlara iyice belli olsun.
Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi?

müjdesi de, zamanın ihtiyarlanması nispetinde Kur'an'ın gençleşeceğini ve yeni ilmî inceliklerini göstermekle her asra yeniden nâzil olmuş gibi hitap edeceğini göstermektedir. Çünkü her yeni bilginin Kur'an'ın doğruluğuna delil teşkil etmesi için onun bizzat Kur'an'da mâkes bulmasını/bir yansımasının olmasını gerektirir.

Bu vasfıyla Kur’an, sosyolojik, ontolojik ve antropolojik gerçekler çerçevesinde belirlenen isimlerin, özellikle daha önceki kitaplarda geçen Süryanî ve İbranice kelimelerin sözlük anlamlarını vermekte ve bununla insanlara bir kısım tarihî gerçekleri öğrettiği gibi, kendi ilahî kimliğini de ortaya koymaktadır. Diğer bir ifadeyle Kur'an'da, tefsir biliminin en yüksek ve en sağlam şekli olan Kur'an'ın Kur'anla tefsiri çerçevesinde filolojik tahliller sözkonusu edilmektedir. Dil inceliklerinin harika nakışlarını i'caz ekseninde dokuyan Kur'an-ı mucizü'l-beyan'ın bu alanda gösterdiği güzellikler de, onun mucizeler halkasının başka bir versiyonudur.

Usul âlimleri, iman, Salat, zekât, siyam, hac gibi kelimelerin şerî manalarıyla beraber, sözlük ve etimolojik anlamlarını da koruyup korumadıkları hususunda farklı görüşler ileri sürmüşler. Sahih kabul edilen görüşe göre, bu kelimeler İslam dininde belli kavramları anlatmak üzere kullandıktan sonra da, asıl sözlük ve etimolojik anlamlarını kaybetmezler. Çünkü Kur’an, “Her şeyi açıkça ortaya koyma kabiliyetinde olan Arapça diliyle inmiştir.[Şuara, 26/197]

Ancak Araplar, bazı isimleri kullanmakta tahakküm ettikleri gibi, Kur’an’da da bazı isimlerde tahakküm/yönlendirme yapılmıştır. Mesela; Dabbe kelimesi, sözlük anlamı itibariyle hareket eden/debelenen bütün canlılar için kullanıldığı halde, sonradan oluşan örfte yalnız 'Behaim/Dört ayaklılar' için kullanılmaya başlamıştır. Bunun gibi Şerî örfte de, isimlere yeni anlamlar yükleme noktasında bir tahakküm/yönlendirme söz konusudur. [Kurtubî, I/? (Behime kelimesinin anlamı, şuursuz ve dört ayaklı olan deniz veya kara hayavanları-Kamus, Lisan, BHM maddesi)]

Değişik Anlamlar

Bir isim, bir kelime birkaç mânâya gelebilir. Bilhassa en önemli bir özelliği, tefsir usulünde vücûh ve nezâir olarak da ifade edilen, geniş bir kapsama sahip olduğu bilinen Kur'an'da, bir ismin, bir kelimenin birden fazla anlam ifade ettiğini düşünmek gerekir. Bunlar delilsiz ihtimallerin yorumlanması olarak değil, sonsuz ilmin yansımasını gösteren i'cazın bir parıltısı olarak değerlendirilmelidir. Saadet asrı dâhil, her asırda Kur'an'dan farklı mânâların çıkarıldığı ve özellikle, müfessirlerin içinde bulunduğu çağın ve bölgenin bilgi seviyesine uygun olarak aynı ifadeden çok değişik yorumların yapıldığı göz önünde bulundurulursa, özel bir ismin, bir kavramın çok manalar ifade ettiği rahatlıkla kabul edilebilir.

Semâvî Kitapların Dili

Kur'an'da -Arapça orijinli olmayan- bir takım kelimelerin, değiştirilerek kullanımı ile Arapça’ya uygun bir anlam hedeflendiği açıktır. Bununla beraber, yabancı kelimelerin büyük çoğunluğu İbranî veya Süryanîce olup Arapça ile aynı kökten gelen Sami dil ailesine bağlıdır. Bu itibarla, bu tür kelimeler yabancı da olsa Arapça dil incelikleri açısından uygun görülen bir manaya delâlet edebilir. Meselâ: "Musa" kelimesi, Kıptîcede su anlamına gelen "mû" ve ağaç anlamına gelen "şa" kelimelerinden meydana gelmiştir.. Arapça’da da su, "mâ" olarak ifade edildiği gibi, ağaç da şecer olarak ifade edilir. Araplarda kısaltmaların yapıldığı bilinmektedir. Buna göre, "Şa" Arapça’da “Şecer”in kısaltılmışı olarak değerlendirilebilir. Musa kelimesi, hem sinli hem de şınlı olarak okunmuştur. Bu iki harf mahreç açısından kardeş olduklarından birbirlerinin yerinde kullanılabilir.

Özel İsmin Sözlük Anlamı

Herhangi bir kelime, özel isim olarak kullanılmaya başladıktan sonra da onun sözlük anlamının mülahaza edilmesine bir engel sözkonusu değildir. Hassan'ın, Peygamber efendimizin ismi hakkında şiir olarak söylediği : "Allah, Onun ismini kendi isminden türetmiştir. Arşın sahibi Mahmûd'dur, bu ise Muhammed'dir" şeklindeki değerlendirmesi, bu gerçeğin bir ifadesidir. [bkz. el-Bağdâdî, Abdulkadir b. Ömer, Hazanetü'l-Edeb, 223-225.] Burada, Mahmud ismi ile Muhammed isminin türetildiği kök olan "hamd=övgü" kelimesine dikkat çekilmiştir. Yani bu her iki isim de sonsuz övgüye layıktır. Nitekim Allah, Hz.Muhammed hakkında "Sen gerçekten büyük bir ahlak üzeresin" [Kalem, 68/4] buyurmuş, Hz.Muhammed (a.s.) ise "Allah'ım! Ben Seni her türlü noksanlıktan tenzih ederim. Ben, Seni gereği gibi medh-u sena edemem, Sen Seni övdüğün gibisin" diyerek Rabbine karşı gereken kulluk edebini takınmıştır. [Müslim, Salat, 222.]

Kur'an metninde Peygamber ve Kavim isimleri

Kur'an'da kesin peygamber olarak bilinen yirmibeş isim yanında, Peygamber olup olmadıkları tartışmalı olan üç isimle birlikte yirmi sekiz büyük tarihî şahsiyet ve önderin adları sözkonusudur. Biz, ihtilaflı olanların bu yönlerine bakmaksızın Kur'an'da adı geçen bu büyük insanların hepsinin isimlerini bu başlık altında vermeye çalışacağız. Ancak sözkonusu peygamberlerin ümmetleri olan kavimlerden yalnız birkaç tanesinin isimleri Kur'an'da geçmektedir. Diğerleri, isimleri verilmeden gönderilen peygamberlerin esas muhatapları, olumlu veya olumsuz yanlarıyla yer aldıkları sahnede gösterdikleri tepkinin aktörleri olarak sözkonusu edilmiştir.

Âdem ile başlayan tevhîd mücadelesinin şekli, boyutu ve sonuçları, Kur'an-ı Kerim'de kıssalar yoluyla insanlara bildirilmektedir. Esasen kıssaların nakledilmesinin sebeplerinden birisi de onlardan ibret alınmasıdır. Meydana gelen olayların sebeplerini iyi tespit etmek ve aynı hataları tekrarlamamak esastır. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de:

Andolsun, iyi bil ki
Peygamberlerin ve ümmetlerinin kıssalarında akıl sahipleri için bir ibret vardır.
Bu Kur’ân uydurulmuş bir söz değildir.
Bilakis o kendinden önceki kitapları doğrulayan, her şeyi açıklayan, iman eden bir kavim için bir hidayet ve rahmet kaynağı olan bir kitaptır. [Yusuf, 12/111]

Kur'an-ı Kerim'de geçmiş peygamberlere ve milletlere dair kıssalar yer almaktadır. Kur'an'daki bu kıssalardan maksat tarihî vakıaları kronolojik olarak anlatmak değildir. Aksine bunların zikredilmesindeki asıl maksat, insanlara ibret dersini vermektir. Kur'an'da kıssaların tekrar edilmesi de bu gayeyi gerçekleştirmek içindir. Diğer bir ifadeyle Kur'an'daki kıssaların tekrarlanması insanlar için, hiç de hoş olmayan bir kısım tarihî olayların tekrarlanmasını önlemek içindir.

Kur'an'da zikredilen kıssaların; Hz.Peygamber'in nübüvvetini ispat etmek, bütün peygamberlerin İslâmı tebliğ ettiklerini göstermek, ibrete vesile olmak gibi değişik gayeleri vardır.

Kur'an-ı Kerim'de kıssaların tekrarlanmasının ise Hz.Peygamber'i teselli etmek, inkârcıları uyarmak, müminlerin morallerini yükseltip onları manen güçlendirmek gibi değişik sebepleri vardır.

Kur'an'da kıssalar hisse alınsın diye zikredilir. Bunun içindir ki, kıssalar anlatılırken veya tekrarlanırken, hayat düğümü hükmünde ve Kur’an’ın temel maksatlarından birisine uygun düşecek ve onu ders verecek şekilde bir irtibat noktası sağlanır. Hatta bazen bir ayette yer alan iki husus arasında bu irtibat noktası dış görünüşü itibariyle görünmese de zihinde ve üslupta yine de arkadaşlıkları sözkonusudur. [bkz. Nursî, Muhâkemat, 69]

Büyük çoğunlukla Kur'an ayetlerinin her biri, ilim ve hakikatler için birer hazine anahtarı hükmündedir. Kur'an'da sözkonusu edilen öyle cüz'î hadiseler var ki, her birisinin arkasında bir küllî düstur saklanmış ve adeta umumi bir kanunun ucu olarak gösterilmiştir. [bkz. Nursî, Sözler, 20. söz] Diğer bir ifadeyle Kur'an, bazen bir denizi bir bardakta gösterir gibi pek geniş ve çok uzun ve külli düsturları ve umumî kanunları basit bir cüz'î misalle, hususî bir hadiseyle ortaya koyuyor. Bununla anlayış düzeyleri çok basit olan kesimlere karşı sonsuz merhametini gösteriyor.

Bu açıklamalardan da anlaşılıyor ki, Kur'an'ın üslubunda, ifade tarzında çok geniş kapsamlı manalar, delâletler, işaretler, göstergeler vardır. Böyle eşsiz bir üslupta elbette pek çok ilim hazineleri saklıdır. Bu hazinede yer alan kelime ve kavramlardan iki örnek verelim. [Konu ile ilgili daha geniş bilgi ve örnek için yazarın, makale başlığı ile aynı isimli kitabına bkz. -editör.]

ÂDEM

Adem ilk yaratılan insan, ilk peygamber ve insanlık camiasındaki yaratılış öyküsünün -ilkörneği- ve insanlık sahnesinde rol alan ilk kahramanıdır.

ÂDEM Kelimesinin Anlamı

Bu kelimenin bir kaç anlamı vardır.

1- İbn Abbas'ın belirttiğine göre, Âdem kelimesi "Edimü'l-Ard/Yeryüzünden süzülmüş toprak ürünü" anlamındadır. Kurtubî, -Said b. Cübeyr'in de desteklediği- bu görüşün en doğru olduğunu söylemiştir. [bkz. Taberî, I/214; İbn Arabî, a.g.e,1/279; Rağıb el-İsfahanî, Müfredatu Elfâzi'l-Kur'an, 70; Kurtubî, I/281]

2- Bazı âlimlere göre, değişik unsurların karışımından meydana geldiği için ilk insana Âdem ismi verilmiştir. Ancak bu âlimlere göre de bu kelimenin asıl anlamı, yeryüzünün/ toprağın değişik yerlerinden alınan unsurlar demektir. Hz.Ali'ye göre de, "Âdem"'in anlamı, toprağın değişik elementlerinden yaratılan varlık demektir. Bu farklı unsurlar farklı tip insanların oluşmasına da vesile kılınmıştır.

Allah nezdinde İsa'nın misali Adem'in misali gibidir ki
Onu topraktan yarattı.
Ve sonra ona 'ol!', dedi
O da oluveriyor. [Al-i İmran-59]

Burada Kur'an-ı Hakim, babasız olarak dünyaya gelen Hz.İsa'nın bu sıra dışı durumunu akıllarına sığıştıramayanlara, hem anasız hem de babasız olan Adem'i misal olarak göstermiştir. Ayrıca ayette Adem kelimesinden hemen sonra, mealen: "Onu topraktan yarattı" ifadesiyle bu kelimenin anlamına da bir imada bulunulmuştur. Çünkü, bu ismi bizzat Allah vermiştir. Bütün işlerini hikmetle yapan mutlak hikmet sahibi olan yüce yaratıcının verdiği bir isimde hikmetsizlik anlamına gelen gelişi güzel bir tesadüf olamaz. Şüphesiz bu ismin veriliş nedenini muhatapları için açıklamak, hikmet dolu Kur'an-ı Hakîm'in hikmetli üslubunun bir gereğidir. Nitekim Ebu Musa'l-Eşarî'nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Hz.Peygamber şöyle buyurmuştur:

Allah yeryüzünde bulunan unsurların hepsinin içinde bulunduğu bir avuç topraktan Adem'i yarattı. İnsanlar bu farklı unsurlara göre kırmızı, beyaz, siyah ve bunlar arası renklerde gelmiştir.Bazıları antipatik, sert mizaçlı, bazıları sempatik, yumuşak huyludur.

Diğer bir hadis-i şerifte efendimiz, ırkçılığın çirkinliğini, soy-sopla övünmenin yersizliğini şöyle dile getirdi:

Bütün insanlar Adem’in oğulları/çocuklarıdır. Allah, Adem'i ise topraktan yarattı. Ve Allah buyurdu: Ey insanlar! Sizi bir erkek ve dişiden yarattık ve sonra sizi soylara ve kabilelere ayırdık ki tanışasınız. Allah katında en değerli olanınız, şüphesiz en takvalı olanınızdır. Şunu kesinlikle bilin ki, Allah Alim’dir, Habir'dir. [Her şeyi bilen, her şeyden haberdar olandır.]

Birkaç nükte

1- Allah, topraktan yarattığı ilk insana yaratılışının menşeini hatırlatan antropolojik bir isim olarak Âdem adını vermiştir. Bu kelimenin Arapça veya İbranîce olduğu söylenmiştir. Müfessirlerin çoğuna göre, bu kelime her iki şekilde de yeryüzü elementlerinin bir terkibi, birleşimi anlamındadır.

2- Kur'an-ı kerim, Âdem'in topraktan yaratıldığını [Al-i İmran, 3/59] ifade etmekle, dolaylı olarak onun ismi ile müsemması/şahsiyeti /yaratılış kaynağı arasındaki uygunluğa da dikkat çekmiştir.

3- Âdem kelimesinin ebced [harflerinin sayısal] değeri: 46'dır. İnsanoğlunun vücudunda yer olan ve temel yapı taşı olarak kabul edilen kromozomların sayısı da 46'dır. Demek ki, yaratıcı bu ilk insana verdiği isim ile hem onun yaratılış menşeini, hem de temel yapı-taşlarını şuurlu varlıkların dikkatine sunmuştur.

Kur’an- Hakimde defalarca tekrarlanan “Ey Adem oğulları/çocukları” ifadesiyle, adeta şu genetik koda, şifreye, şu ismin matematik kodlamasına dikkat çekilmiş, bu doğru bilginin penceresinden Kur’an’ın semavî kimliğiyle ilgili bir belge daha aklın gözüne sokulmuştur.

İBRAHİM

Hz.İbrahim, tevhit inancının bayraktarı, Peygamberlerin babası, Allah’ın dostu unvanını almış, cömert sofrasıyla şöhret bulmuş, çok zor imtihanları başarmış biri olarak tarihe geçmiş bir peygamberdir.

Kur’an’da Hz.İbrahim’in gönderildiği kavmin isminden bahsedilmemiştir. Ancak, onların putlara tapan bir kavim olduğu, Hz.İbrahim’in de bu putları kırdığı bilinmektedir. Aşağıdaki ayet meallerinden bu hususu anlamak mümkündür:

Putlarının kırıldığını görenler:
—Kim yaptı bunu tanrılarımıza? diye sordular. Her kimse, çok zalim biri olduğunda kuşku yok!
Onlardan bazıları:
—İbrahim adında bir gencin onları (tanrıları) diline doladığını işitmiştik, deyince:
—Öyleyse onu halkın önüne çıkarın da, başına gelecekleri herkes görsün, dediler. [İbrahim'i yakalayıp]:
—Bunu tanrılarımıza sen mi yaptın? diye sordular. İbrahim:
—Hayır, bu işi yapan şu büyük puttur! Ama en iyisi kendiniz ondan sorun. Eğer konuşabilirse!.. dedi. Vicdanlarının sesini dinlediklerinde:
—Gerçekten de asıl zalim [dengesiz] olan biziz! dediler. [Ne kadar akılsızlık ettiklerini anladılar.] Fakat yine eski düşünce tarzlarına dönüp:
—Onların konuşmayacağını sen de biliyorsun! dediler. İbrahim dedi ki:
—Allah dururken, size hiçbir şekilde ne yarar, ne de bir zarar veremeyen şeylere mi tapınıyorsunuz? Yazıklar olsun size de, Allah yerine tapınıp durduğunuz nesnelere de!. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız? [Enbiya, 21/59–67]

İBRAHİM Kelimesinin Anlamı

İslam âlimlerinin bildirdiğine göre, İbrahim kelimesinin anlamı gerek Suryânîcede ve gerekse Arapçada aynı anlamda olup, 'merhametli, yufka yürekli baba" mânâsına gelir.' [el-Kurtubî, II/96] Süheylî gibi bazı müfessirlerin belirttiğine göre Süryanice ile Arapça dili "İbrahim" kelimlesinde olduğu gibi pek çok yerde birbirine uyar.

Hz.İbrahim'in bu sözlük anlamını pekiştiren bir husus da, onun bütün çocuklara merhametli bir baba şeklinde yaklaştığını ve hanımı Sarre ile birlikte berzah âleminde kıyamete kadar ölüp oraya gelen çocuklarla ilgilenmekte olduğunu gösteren rivayetlerdir. Kurtubî'ye göre, Buharî'de geçen ve Efendimiz'in, Hz.İbrahim'i, çevresinde çocuklar bulunduğu bir halde rüyasında gördüğünü ifade eden hadis-i şerif de bu mânâya delâlet etmektedir. Ayrıca- Kur’an’da geçtiği üzere- kendisinden sonra gelen peygamberlerin de onun soyundan gelmiş olmaları, onun şefkatli baba unvanını pekiştirmektedir.

Bakara Suresinin 124. ayetinde geçen ve Hz.İbrahim'in pederane şefkatini gösteren "Ve min zürreyeti" (benim soyumdan da insanlara önder yap) ifadesi bu anlama ışık tutmaktadır. Ayetin meali şöyledir:

Bir zamanlar Rabbi İbrahim'i bir takım kelimelerle sınamış
O da bunları tam olarak yerine getirince
[Allah da ona]: Ben seni insanlara önder yapacağım, demişti.
[İbrahim ise] Neslimden de mi? (önderler çıkaracaksın) dedi.
Allah: Ahdim zalimleri kapsamaz, buyurdu.

Bu ifadelerde "İbrahim" kelimesinin "Eb - Rahim" (Merhametli bir baba) sözcüklerinden meydana geldiğini söyleyen görüşlerin doğruluğunu destekleyen ipuçlarına işaret edilmektedir. Neslinden olan peygamberler bunun şahitleridir. Kitab-ı mukaddes'in tefsircileri de İbrahim kelimesinin "yüce baba, cumhurun babası" anlamında olduğunu söylemişlerdir. [Tekvîn, Bap 17/5 (haşiye)]

Allah dostu, şefkat dolu, Peygamberlerin babası ve özellikle âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz.Muhammed'in merhametli Atası olan Hz.İbrahim'in Kur'an'daki yerini gösteren şu tablo da Kur'an'ın i'cazı açısından görülmeye değer:

a/ Adı İbrahim'dir. Yufka yürekli, merhamet dolu baba anlamına gelir. Bu manayı ifade etmek üzere Kur'an iki yerde onu "Evvâh" olarak vasıflandırmaktadır: "Şüphesiz ki İbrahim çok şefkatli ve çok ağırbaşlı/yumuşak huylu (halim-selim) bir insandır." [Tevbe-114] "... çünkü İbrahim çok ağırbaşlı, çok içli, merhametli ve içtenlikle Allah'a yönelen, O'na yakın olmak isteyen biriydi." [Hûd-75]

Elmalı'nın bildirdiğine göre, yukarıdaki ayetlerde geçen "Evvâh" kelimesine değişik anlamların verilmesine rağmen genelde hepsinin ortak özelliği yumuşak kalpli, merhametli bir insanı tarif etmesidir. "Bundan dolayı son devir tefsir alimleri bunun yürek yufkalığından, merhamet ve şefkatten kinaye olduğunu söylemişlerdir." [bkz. Yazır, 4/415, I/405]

b/ Kur'an'ın kendine has yazımında "İbrahim" kelimesinin [harflerin sayısal değerleri toplamı] ebced değeri, 258'dir. Arapçada, şefkati, merhametli anlamına gelen "Rahim" kelimesinin ebced değeri de 258'dir.

c/ Bu anlamı ifade eden "Evvâh " kelimesinin son olarak geçtiği ve İbrahim isminin de yer aldığı Hûd suresinin 75. âyeti, Kur'an'ın 1548. âyetidir ki, bu sayı, 6x258'dir.

d/ Bütün Kur'an'da 258 numaralı âyet tek bir tane olup Bakara suresindedir. Bu ayet, ebced değeri 258 olan "İbrahim " ismine tahsis edilmiştir. Üstelik bu isim adı geçen yerde üç defa tekrarlanmıştır :

Allah kendisine mülk (hükümdarlık ve zenginlik) verdiği için, şımararak Rabbi hakkında İbrahim ile tartışmaya gireni (Nemrud'u) görmedin mi!
İşte o zaman İbrahim: Rabbim, hayat veren ve öldürendir, demişti.
O da: Ben de hayat verir ve öldürürüm! demişti.
İbrahim: Allah güneşi doğudan getiriyor, haydi sen de onu batıdan getir! dedi.
Bunun üzerine kâfir apışıp kaldı. Allah zalim kimseleri hidayete erdirmez.

e/ Kur'an'ın 258. sayfası, ebced değeri 258 olan "İbrahim" suresine aittir.

f/ İbrahim Sûresinde, İbrahim ismi sadece bir defa sözkonusu yapılmış ve 258. sayfanın hemen karşısında yer almıştır.

g/ Hz.İbrahim’in iki hanımından birisinin ismi Hacer’dir. Bu kelime, hicret kökünden gelmektedir. Hz.İsmail’in annesi olan Hz.Hacer -bu isminin anlamına uygun olarak- Mekke’ye hicret etmek zorunda kalmıştır. Diğerinin ismi ise Sarre’dir. Bu kelime, sevinçli, sürurlu kimse anlamına gelir.

Hz.İbrahim’e misafir gelen Melekler, o sırada kendilerine hizmet etmek için koşuşup duran Sârre'nin İshak adında bir oğlan dünyaya getireceğini, onun ileride peygamberlikle şerefleneceğini, Hz.İshak'tan doğacak [Yakup] torunlarının da, babası ve dedesi gibi peygamber olacağını müjdelediler. Hz.Sârre, bu müjdeyi duyduğunda çok sevindi. Hud Suresinin 71. ayetinde yer alan

Ve [yanlarında] ayaküstü bekleyen hanımı [bu sözleri duyunca, orada öyle sevinçle] gülümsüyordu.

mealindeki ifadede, Sarre’nin ismine uygun olarak bulduğu bu harika sevincini görmekteyiz.

NİYAZİ BEKİ

0 yorum:

Yorum Gönder

HAŞİYE

Hovardalık günlerimin sonunda daha fazla hayaller içerisine gömülür, pişmanlık, gözyaşları, lanetler ve sevinçlerle dolardı yüreğim. Bazı zamanlar, bu sarhoşluk ve her yanımı kuşatan mutluluk, bana kendimle alay etmeyi unuttururdu. Neredeyse damarlarımda dolaşırdı umut, inanç ve sevgi. O zamanlar dışarıdan gelecek bir mucizeyle önümdeki her şeyin ferahlayacağına, iyi, güzel ve kusursuz bir çalışma ufkunun beni beklediğine inanırdım. Yeraltından Notlar -Dostoyevski

CIRCA LUMINA

It seems to me that we must make a distinction between what is "objective" and what is "measurable" in discussing the question of physical reality, according to quantum mechanics.The state-vector of a system is, indeed, not measurable, in the sense that one cannot ascertain, by experiments performed on the system, precisely (up to proportionality) what the state is; but the state-vector does seem to be (again up to proportionality) a completely objective property of the system, being completely characterized by the results it must give to experiments that one might perform.

Roger Penrose- The Emperor's New Mind