MEVLANA TARTIŞMALARI




Birçok yazarın, Mevlana Celaleddîn-i Rumî ve Mevlevilik ile ilgili çalışmalarını maalesef modern/ideolojik yaklaşımlardan bağımsız ve yazma/yazılı kaynaklara dayalı olarak gerçekleştirilmiş ilmi araştırmalar olarak değerlendiremiyoruz.



Tasavvuf=Batınîlik mi? Alevî versus Sünnî tarzında bir kategorileşmenin ya da ayrışma her zaman var mıydı? Ahilere ait kaynaklarda, Ahilerin yaşam biçimlerinde laik/seküler bir öz ve tarz var mı?




Mevlevilik tarikatı yazma/yazılı kaynakları bir hayli bol olan bir tarikattir. Hemen hemen Mevlana döneminden başlayarak Mevleviliğe ait, başta Konya Mevlana Müzesi yazmaları ve Süleymaniye Kütüphanesi olmak üzere birçok kütüphanede bir hayli Mevlevî yazmaları bulunmaktadır. Yazılı/Yazma kaynaklar konusunda bir hayli bol bir literatüre sahip olan Mevlevilik, spekülasyonlara açık bir ekol olarak görülmemeli. Konuya ilişkin çözümlemelerde bulunmak için haddinden fazla yazma/yazılı kaynağa sahibiz. Mesnevî'nin en eski nüshaları elimizde bulunmaktadır. [Mevlana'nın vefatından beş yıl sonra 677/1278'de Mehmed Bin Abdullah El-Konevi tarafından ilk orijinal nüshadan istinsah edilen Konya Mevlana Müzesi Yazmaları No: 51'deki nüsha gibi. Bu nüshanın 1993'te Kültür Bakanlığı tarafından tıpkıbasımı gerçekleştirilmiştir.] Feridun Sipehsalar'ın Menakıb-ı Hazret-i Hüdavendigâr adlı menakıbı, Mevlana'nın Mecalis-i Seb'a ve Mektupları, Şems-i Tebrizi'nin Gazeliyyat ve Makalâtı ve diğerleri gibi en eski nüshalarını bulmak mümkündür.

Divan-ı Şems-i Tebrizi nüshasından bir sayfa [1503 dönemi]  
Şems-i Tebrizi'nin itikad ve düşüncesi konusunda çeşitli platformlarda ileri sürülen görüşler maalesef ilmi delillerden, kanıtlardan yoksun görünmektedir. Şems-i Tebrizi'nin Şii ya da Batınî tandanslı bir itikada sahip olduğu yönündeki iddiaların var olan hiçbir yazılı kaynakta karşılığı bulunmamaktadır.

Tasavvuf = Batınîlik şeklindeki bir önerme Tasavvuf'un tarihi, temel prensipleri açısından sağlıklı bir önerme olamaz. Gerek Şems'in Makalâtında, Gerek Mevlana'nın eserlerinde gerekse o dönemde kaleme alınmış ait Menakıbnamelerde bu yönde işaretlere rastlanılmamaktadır. Selçuklular döneminde Anadolu'da henüz belirgin bir Anadolu Aleviliği bile tam şekillenmemişti. Anadolu’da o dönemde henüz Alevî versus Sünnî tarzında bir kategorileşmenin ya da ayrışmanın kaynaklara bakıldığında var olmadığı anlaşılacaktır. Sürekli, referans gösterilen Babaîler ve Ahilerde bile böyle bir durum söz konusu değildi. Kaldı ki, bugün bile modern ideolojik/seküler ya da sosyalist yaklaşımların ve resmi ideolojinin müdahalesi olmazsa, ciddi bir Alevî-Sünni ayrışma ve çatışmasından o kadar söz edilemez.

O dönem şartlarına ilişkin yapılacak değerlendirmelerde, ulaşılabilecek yazma/yazılı kaynakların esas alınması döneme ilişkin tarihsel olguların çözümlenmesi açısından en temel önceliktir.

Ayrıca, 13. yüzyıla ait değerlendirmeler yapılırken, günümüz modern ideolojilerinden referansla ya da resmî ideoloji baz alınarak bakılması ciddi anlamda anakronik değerlendirme ve sonuçlara götürür.

Türkiye’nin son 80 yıldaki modernleşme sürecindeki yapısını temel alarak yüzyıllar öncesini sağlıklı bir şekilde değerlendirme imkânına kavuşamayız. Özellikle, bu kadar yüzyıl önceki tarihsel vakalarla ilgili tespitler yapılırken, modern ideolojik yargılarla hareket edilip kesin hükümler verilmemeli. Olayların tarihsel varyantları iyice analiz edilmeli. Özellikle, Sekülarite ve Laiklik gibi Batı'da Aydınlanma [Enlightenment] dönemi ve Fransız İhtilali sonrası, tamamen modern ideolojik döneme ait olgu ve kavramların, ideolojik yaklaşım ve yaşama biçiminin,13. yüzyıl Anadolusu gibi dinin, dini inanç ve olguların hayatın, günlük yaşamın tam merkezinde oturduğu bir döneme atfedilmesi kronik bir anakronizmdir.

Ahilere ait hangi kaynakta veya onların yaşam biçimlerinin hangi safhasında laik/seküler bir yaklaşım ve tarz var ise onu bilmek isteriz. Ahiliğin temelini oluşturan hiçbir Fütüvvetnâme kitabında böyle bir durum söz konusu değildir.

Mevlana'nın ve Mevlevîlerin kesin olarak Moğol yanlısı olduklarına ilişkin yargılara katılamıyoruz. Dostumuz değerli araştırmacı Prof. Dr. Sayın Mikâil Bayram'ın Mevlana ve takipçilerinin tümüyle Moğol yanlısı olduklarına ilişkin değerlendirme ve yargılarına, bu arada yine çok değerli dostum araştırmacı-yazar merhum İsmail Onarlı'nın Mevlana Celaleddîn-i Rumî ve Mevlevilik ile ilgili çeşitli platformlarda yazdıklarına katılmıyorum. Bu yüzden konuya ilişkin daha etraflı ve daha uzun soluklu araştırma ve incelemelere gereksinim söz konusudur.

Modern/İdeolojik yaklaşımlardan bağımsız ve yazma/yazılı kaynaklara dayalı olarak gerçekleştirilecek ilmi araştırmalar dönemin hadise ve inançlarını çözümlemede anahtar mahiyetinde olacaktır.
MÜFİD YÜKSEL

0 yorum:

Yorum Gönder

HAŞİYE

Hovardalık günlerimin sonunda daha fazla hayaller içerisine gömülür, pişmanlık, gözyaşları, lanetler ve sevinçlerle dolardı yüreğim. Bazı zamanlar, bu sarhoşluk ve her yanımı kuşatan mutluluk, bana kendimle alay etmeyi unuttururdu. Neredeyse damarlarımda dolaşırdı umut, inanç ve sevgi. O zamanlar dışarıdan gelecek bir mucizeyle önümdeki her şeyin ferahlayacağına, iyi, güzel ve kusursuz bir çalışma ufkunun beni beklediğine inanırdım. Yeraltından Notlar -Dostoyevski

CIRCA LUMINA

It seems to me that we must make a distinction between what is "objective" and what is "measurable" in discussing the question of physical reality, according to quantum mechanics.The state-vector of a system is, indeed, not measurable, in the sense that one cannot ascertain, by experiments performed on the system, precisely (up to proportionality) what the state is; but the state-vector does seem to be (again up to proportionality) a completely objective property of the system, being completely characterized by the results it must give to experiments that one might perform.

Roger Penrose- The Emperor's New Mind