VAHİY NEDİR?


Yerin ve göğün Rabbine andolsun ki!
Bu [vahiy] gerçektir!
Sizin düşünme/konuşmanız gibi bir gerçek. [Zâriyât/23] 

Mahiyetini bilmesek de kâinatta mutlaka bir gerçeklik vardır. Eğer kâinatta sadece maddî açıdan dahi bir gerçeklik varsa, bilin ki başta din olmak üzere dil de, edebiyat da, sembolik gerçekler de vardır. Belki de gerçeklerin gerçeği onlardır. Ayet, dil ve din haktır demekle bu hakikate işaret ediyor.

Hayat ve biyoloji, kâinatın başından bu günü ile belki de geleceği ile de ilgili olduğundan, kâinatta olan biten bütün evrim süreci, insanın genlerinde, dolayısıyla beyninin katmanlarında mevcuttur ve düzenli, yararlı bir şekilde arşivlenmiştir. İhtiyaca göre, ilahî bir yönlendirme ile [melek vasıtası ile] bu arşivden bilgiler, bu âleme gelip görünüyorlar; insanların maddi/manevî ihtiyaçlarını görüyorlar. Evrensel manası ile vahy dediğimiz hakikat, bütün kâinatı ilgilendiren çapı ile, bu sonsuz arşivin çiçek açmasıdır, insanlık dünyasında meyve vermesidir.
 

[işte]Yerin ve göğün Rabbine andolsun ki
       Bu [vahiy] gerçektir!
       Sizin düşünme/konuşmanız (‘tentıqun’) gibi bir gerçek. 
          [Zâriyât/23]

Bu 23. ayet, Hz.Muhammed'in bilfiil tecrübe ettiği 23 senelik dinî, ilmî ve ahirete yönelik yaşamını mucizevî bir dizayn ile bize ifade ediyor. Böyle derin, tarihî ve belki de bütün kâinatı kuşatan bir hakikati kısaca ifade etmek elbette bizim için mümkün değil. Fakat beş başlık altında bu konu ile ilgili temel bir kısım bilgileri sunup, gerisini sizin dinî tecrübelerinize ve ilmî tefekkürünüze bırakıyorum. İşte, bu ayetin tam anlaşılması için, ontolojik, biyolojik, psikolojik ve Kur'anî açıdan tefsir edilmesi lazımdır.

Burada amacımız Kur'anî hakikatleri bilimin tasdiki altına sokmak değildir. Çünkü bu izahattan görülecektir ki; Kur'anî ve dinî hakikatler o kadar yüksek ve derindirler ki, maddî bilimler, o zirveye çıkmak için, ancak birer basamak olabilirler... Ayrıca biz, seküler düşünmüyoruz. Ve gerçek bütün bilimlerin kâinat kitabını dolayısıyla Kur'an hakikatlerini okuyan birer ajan olduklarını biliyoruz. Fakat tek bir noktada yoğunlaştıkları için, bazen kısa kalıyorlar, kemalâtın zirvesine çıkamıyorlar.

Ontolojik açıdan bu ayetin tefsiri

Kâinatta, varlıkta en temel ve herkes tarafından kabul edilen hakikatlerin en önemlileri şunlardır:

1/ Kâinatta, her sahada birbirini geliştiren ve tamamlayan bir dualite ve ikilik vardır. Konumuz olan ayet de, fizik ve metafiziğe, kurallı yaradılışa ve mucizevî yaradılışa, medeniyete ve dine, Âdeme ve İsa'ya ve benzeri birbirini tamamlayan öğelere işaret etmekle, bu evrensel diyalektiğe parmak basıyor.

2/ Kâinatın her sahasında ve her âleminde geçerli olan bir gerçek de tekâmül ve evrim sürecidir. Burada konumuz olan ayet, bu hakikate 'Rab' [her şeyi geliştirerek terbiye eden] ism-i ilahîsi ile işaret etmiştir.

3/ Herkes kâinatta [yorumlar farklı olmakla beraber] müthiş bir düzenin varlığını kabul ediyor. İşte bu düzenin tam ve etkin olabilmesi için, inanç, vahy, ahiret ve kurallı yaşamak demek olan kanun, en temel gereçlerdir. Bunlara da ayet "O, [dinin öngördüğü düzen] gerçeğin ta kendisidir " demekle işaret ediyor.

4/ Kâinatın işleyişi hakkında tarih boyunca değişik yorumlar yapılmıştır. Nihayet geçen asırda kâinat bir makine olarak algılanıyordu. Fakat yetmişli yıllardan sonra, sibernetik teknoloji ve bilimi keşfedilince anlaşıldı ki, kâinat çok çok büyük ve sınırsız işlem hacmi olan bir bilgisayar gibi işliyor... Bu sibernetik sistemin temeli, özü iletişimdir. Yani kâinatta her şey arasında, özellikle geçmiş ve gelecek, fizik ve metafizik arasında müthiş bir iletişim ve etkileşim var. [Evet, bu asırda iletişimin en birinci sektör olması boşuna değildir...] Ve din ile vahy dediğimiz hakikat dahi, kâinattaki sonsuz etkileşim ve iletişimin insanlık dünyasındaki görüntüsünden ve aktif hale gelmesinden başka bir şey değildir.

Dinî literatürde bu baş iletişimciye de Cebrail denilir. Cebrail, kelime olarak İbranîce olup, Allah'ın iletişimcisi demektir. Vahy, dünyanın bilincidir; 'din' dünyadan çıkarsa kâinat delirir, bir kıyamet kopar.

İşte bu ayet, açıkça bize diyor ki, aranızdaki konuşma ve iletişim gerçeği gibi, bu din ve vahy de kâinatın, insan ile iletişimi ve konuşmasıdır. Kafanızdaki konuşmanın biri zihnî ve sembolik; diğeri lâfzî iki boyutu olduğu gibi vahyin de biri dünyaya ve fiziğe, diğeri ahirete ve metafiziğe bakan iki boyutu vardır.

5/Mahiyetini bilmesek de kâinatta mutlaka bir gerçeklik vardır.” Eğer kâinatta sadece maddî açıdan dahi bir gerçeklik varsa, bilin ki başta din olmak üzere dil de, edebiyat da, sembolik gerçekler de vardır. Belki de gerçeklerin gerçeği onlardır. Ayet, dil ve din haktır demekle bu hakikate işaret ediyor.

Biyolojik açıdan dinin ve vahyin hakikati

Hayat, sibernetik sistem ile düzenlenen, belki var olan, bir realitedir. Kâinatın, nihâi bir aşaması olduğu için biyolojik dünyada özellikle beyinlerde o sibernetik sistem, tamamıyla hakimdir. Yani beynimiz tarafından yönlendirilen ağzımızdan çıkan her bir söz, bir açıdan bütün kâinatı etkiler, diyebiliriz. Dualar alanında bu gerçeğin ilginç örnekleri vardır. Hayat ve biyoloji, kâinatın başından bu günü ile belki de geleceği ile de ilgili olduğundan, kâinatta olan biten bütün evrim süreci, insanın genlerinde, dolayısıyla beyninin katmanlarında mevcuttur ve düzenli, yararlı bir şekilde arşivlenmiştir. İhtiyaca göre, ilahî bir yönlendirme ile [melek vasıtası ile] bu arşivden bilgiler, bu âleme gelip görünüyorlar; insanların maddi/manevî ihtiyaçlarını görüyorlar.

Evrensel anlamı ile vahy dediğimiz hakikat, bütün kâinatı ilgilendiren çapı ile, bu sonsuz arşivin çiçek açmasıdır, insanlık dünyasında meyve vermesidir. Bu arşivdeki bilgiler, o kadar çok, yoğun ve düzenlidirler ki, 10 üstü 30 sıfır ile ifade edebileceğimiz bir bilgi-işlem hacmine sahiptirler. Ve semavî kitaplar bu sonsuz hazineden geldikleri için, mucize oluyorlar, normal bilinç işlevinin milyarlarca katı üstünde iş görüyorlar. Bu semavî kitapların her birisi, bütün kâinatın genomu gibidirler... Demek vahy gerçeği budur, yani o sonsuz hazinenin, dışa vuruşudur. Yoksa bazı şarlatanların, “efendim, vahy, x galaksiden ultra ışınlarla bize geldi” gibi hezeyanlarının hiçbir ilmî, doğal değeri yoktur, iflasa mahkûmdurlar.

Dinî literatürde “vahy semadan gelir” ifadesinin ise izahı şudur:

Kâinat için aşağı/yukarı diye bir kavram yoktur. Fakat yer/gök [veya gökler] kavramı var. Yer, görünen maddî dünyayı, gök de görünmeyen gaybî alemi temsil eder. Ki kâinat için, gaybîlik daha çok geçmiş ve gelecektir ki; bize göre geçmiş ve gelecek, uzay olarak kavramlaşır... Ve evrim sürecinin gerçek mahiyeti de hayatın bir bütün olarak bu iki kanadı kuşatmasıdır. Vahiy de bu sürecin meyve ve çiçek vermesidir.

Bediüzzaman S.Nursî 20.Mektupta:

Maddî ve camid zihinde, gaybî ve canlı kelimeler ve vahiyler çiçek açıyor. Bu sayede kâinat kitabı okunmuş oluyor. Ve -o kâinat kitabındaki ilimler, Kur’an olarak neşredilmiş- olduğu, anlaşılıyor.
diyor.


Kâinattaki dualiteyi müthiş bir şekilde anlatan Rahman suresinin ilk dört ayetinin meali de şöyledir:

Rahman olan Allah
Kur’an’ı öğretti.
[yani] İnsanı yarattı, O'na anlama ve anlatma [beyan/dil] yetisini verdi.


Rahman suresi bu temel bilgiyi verdikten sonra, dualite ve diyalektiğin izahına geçiyor. Ve bu dizaynı ile manen diyor ki; "insanın, dili, dini, inancı, fiziği, metafiziği öğrenmesi, bu diyalektik sürecin işlenmesiyle ve çalışması iledir."

İnsanlık bu çatışmayı yaşamadan uzun bir dönem yaşadı. [76/1] Ve o zaman, tek bir toplum olduğundan vahy almıyordu. [2/213] Sonra insanlığın sorunları ve dertleri ortaya çıkınca, Allah, ekstra bir yönlendirme ile peygamberler gönderdi ki düzeni sağlasınlar. [2/213]

Demek gerçek manada dert, dert değildir, insanı yükselten tetikleyici bir emr-i ilahîdir... Şeytan ve kötülük kategorileri de bu işte, bu mekanizmada kullanılan birer fişektirler, birer tuşturlar. Meşhur filozof Carlyle da vahyi, bilinçli tabiat âleminin bir çiçeği olarak algılıyor ve bu manada “Hz. Muhammed kadar samimî ve yoğun bir vahy alan hiç kimse yoktur ” diyor, 'Kahramanlar' adlı kitabında...

İnsan, bilincinin netleşmesi sonucu özerkleşiyor, kâinattan ayrı olarak işler beceriyor ve önemli başarılar elde edebiliyor. Fakat hiçbir zaman, tabiat dünyasındaki harikalıklara kavuşamıyor; onun için hiç kimse vahiy gerçeklerini kendi nefsine mal edip onlarla şımaramaz. Çünkü o gerçekler nefisten değildirler. İşte dinin, “Ey insan, işlerini kendi küçük bilincine göre değil de vahye [evrensel sonsuz bilince] göre düzenle ” demesinin esprisi, geçmiş ve geleceği içine alan bu doğal bilince göre yaşamaktır. İnsan için doğal yaşamak, sonsuzluğa açılmak, kutsala inanmak, ekmek ve sudan daha büyük bir ihtiyaçtır. Ve kim bu temel dürtüye karşı gelirse dünyada defteri dürülür.

Sosyolojik açıdan bu ayetin tefsiri

İnsanın sosyal hayatını ayakta tutan çok boyutlu iki temel değer vardır:

Medeniyet ve din > başka bir tabir ile
Yaşam ve inanç > başka bir tabir ile
Beden ve ruh > başka bir tabir ile
Yer ve gök > başka bir tabir ile
Âdem ve İsa
[insanlık ve din]

İnsanlığın bir dönemi var ki, sadece medeniyetin temel ilkeleri ile hayatını devam ettiriyor. Peygamberlik ve din bildiğimiz şekliyle bu dönemde yoktur. İnsanlık bu dönemde emekleme sürecini yaşıyor, yerleşik düzene, üretime, bedenî bakıma ve yeryüzünü şenlendirmeye çalışıyor. Dil ve kavramlar [esma] ile yavaş yavaş âdem olmaya geçiyor, meleklerden [diğer tabii varlıklardan] üstün olmaya çalışıyor.

Bu dönem için âdemiyet [medeniyet] yeterli idi. Medeniyet, yamyamlıkla bozulan insanlığa bir katkı maddesi oluyordu. Sonra medeniyet bozulunca, din ruhu geldi, ona Âdeme [insanlığa] yine yeni bir düzen verdi...

İşte, bu tarihî, evrensel, çağlar üstü hakikat, başta bu ayet olmak üzere, Kur’an’ın iki ayeti ile şöyle ifade ediliyor:

Göğün ve yerin Rabb’ine and olsun ki!
[bu] Hakikat,
Sizin konuşma ve [dil] ile kurduğunuz medeniyet kadar, insanlık için bir ihtiyaçtır.
Medeniyet doğal bir süreç ve gelişme olduğu gibi
[bu dinî] Yaşam ve İlahi kelam da öyledir.
Gerçeğin ta kendisidir!
Evrim ve seçilim sürecinin nihaî halkasıdır, insanı en mükemmel mahlûk yapıyor.
[51/23]

Bu konudaki ikinci ayet Al-i İmran/59’dur.

Allah katında İsa’nın [ki İncil’e göre de Kur’an’a göre de canlı bir vahy ve dinî bir yaşamdır] misali, Âdem’in misali gibidir.
[Bir farkla] Âdem, topraktandır, yereldir, bedendir. İsa ruhtur, semavîdir, göğe kaldırılmıştır; onun için gelişme söz konusu değildir.
Fakat Allah, Âdeme [medeniyete] geliş demiştir, o da sürekli gelişiyor.

Evrim süreci daha çok dünya şartları içindir. Ahirette, ilahî yazılımlarda, ruhanî, manevî işlerde evrimden ziyade anlık, sür’at ve etkinlik esastır. Ki “vahiy” kelimesinin bir manası da sür’atli iletişimdir. Vahiy, bildiğimiz manası ile bir ruhtur, sür’atli bir yapılanmadır. İnsanın binlerce sene medeniyet imkânları ile çıkabildiği mesafeyi kısa bir zamanda kat’etmesidir.

Bediüzzaman Said Nursî de bu evrensel sosyolojik hakikati şöyle ifade ediyor:

Bizim iki temel değerimiz vardır.
Biri medeniyettir ki küçük insaniyettir.
Diğeri de din ve imandır ki, büyük insaniyettir .

Ona göre; Avrupa, medeniyet ile yürüyebilir, ilerleyebilir, fakat Asya [duygu yoğun olduğundan] ancak din ile terakki edebilir, evrim sürecini tamamlayabilir. Bu sosyal süreçte dil, din kadar önemlidir. Dili bozanlar dini de bozmuş oluyorlar. Ve gerçek, doğal dil gelişmeleri ancak din ile mümkündür.

Âdem, dinden önce dil [esma] ile meleklerden üstün oldu. Fakat maalesef bugünkü insanlık teknikte, bedene bakmakta 1’ e 10.000 gelişmekle beraber, edebiyatta, ruhiyatta o kadar gerilemiştir ki; nerede ise 'âdemiyetten' düşmek üzeredir, anarşizm bataklığına batmak üzeredir; eğer, İsa ekstra bir müdahale ile gelip, yeniden insanlığa bir ruh olmazsa.

Psikolojik açıdan bu ayetin tefsiri

İnsan psikolojisi için şu temel değerler vazgeçilmezdir.

1. Sürekli yükselme ve gelişme içerisinde olmak. Buna 'Rabb' kelimesi işaret ediyor.
2. Belli bir dayanağa sırtını verip, gözlerini, hayalini sonsuzluğa dikebilmek... Buna da arz ve semâ kelimeleri bakıyor. Arz dayanak; semâ sonsuzluk ifade ediyor.
3. Hayatına manen bir anlam verebilmesi. 'Hakkun' kelimesi, açıkça buna baktırıyor.
4. Sosyal bir doku içinde yaşamak...  'Sizler' [enneküm] kelimesi, buna işaret ediyor.
5. İnsanın kendine güzel ve anlamlı bir şekilde ifade etmesi. Buna da 'nutuk' kelimesi bakar.

Bu beş temel işaretin yanında bu mucizevî ayet, bütünüyle vahyin [İslamiyet vahyinin] temel ve önemli bir karakterine işaret ediyor; o da şudur:

Vahiy, ne kadar sonsuz ve evrensel olursa olsun, geldiği toplumun ve peygamberin dil, çevre ve kültür birikimlerini sarsacak şekilde dağıtmaz. Belki sadece, onlara can ve verimlilik verir. Mesela, hayat bir mucizedir, sonsuz bir bilgi birikimidir. Fakat çevrenin, çölün, denizin şartlarına göre şekilleniyor. Eğer bir kusur varsa, o kusur hayatın değildir; çevrenin, çağın namüsaitliğindendir. Ki ortam değiştikçe, peygamber, din ve vahiy de değişiyor.

Kur’an vahyinin ilk muhatapları Araplar olduğundan, Kur'an onların üslubuyla, hayalleriyle, benzetmeleriyle bedenlenmiştir. Bu gerçeği bilmeyen bir kısım pozitivistler, İslamiyet’in Kur’an’ın evrenselliğini göremiyorlar; hurmaya ve zemzeme kanaat etmeyip aç ve susuz kalıyorlar...

Bakın bu ayet nasıl bir Arab’ ın algıladığı ve onlardan beslendiği öğeleri bize bir bir gösteriyor:

* Arap cahildir, terbiyeye ihtiyacı var.
* Çölde yaşadığı için yer ve gökten başka bir şey görmüyor.
* Sadece şiirle geçindikleri için, bilimsel gerçeklere çok açtırlar.
* Bedevi oldukları için toplu hareket etmek zorundadırlar.
* Edebiyat, belagat [nutuk] tan başka satılacak bir değerleri yok.

İşte bu ayetin beş kelimesi bu beş psikolojik öğeye işaret ediyor. Vahyin onların dünyasında tatlı ve kaliteli bir hurma ağacı olarak nasıl filizlendiğini gösteriyor.

Kur’an’ın bütünlüğü ve dizaynı açısından bu ayetin tefsiri

Bu ayeti bütün Kur’an açısından ele alırsak bir cilt kitap yazmak gerekir; o da bu notların hacmini aşar. Fakat sadece bu sure içindeki düzene göre, özellikle 'semâ' [gayb, ahiret, metafizik] kelimesinin geçtiği dört ayet ile beraber ele alacağız.

Hemen belirtelim ki bu surede dört kere 'semâ' kelimesi geçmiştir; ikisi metafizik gayb âlemi manasına; ikisi de atmosfer ve uzay manasına geliyor; ayetlerin bağlamından anlaşıldığı kadarı ile...

Birinci 'Es-semâ', uzay ve atmosfer manasındadır. Ortadaki iki 'Es-semâ' gayb âlemi manasındadır. Sonuncu 'Es-semâ' sadece uzay manasındadır. Yani gayb âlemi, maddî varlığın özünde ve içindedir. Uzaklarda, uzayın sonunda değildir. Ve böyle bir inanış İslamî ve Kur’anî olamaz.

Bu üç blok ayetlerin kısa mealleri şöyledir:

Zerrelerin hareketlerine!
Ağırlık yüklenen her şeye!
Kolaylıkla akıp giden her şeye!
Ve kâinatın yönetimini paylaşanlara andolsun!
Gerçek şu ki, size vaad edilenler kesinlikle doğrudur...
Dinin bildirdikleri mutlaka gerçekleşecektir.
Değişik yollara sahip olan göğe andolsun!
Siz [bu konuda] değişik iddialar [ fi qavlin muhtelif ] içindesiniz!..
[Zâriyât/1-8]

Yeryüzünde, inanmak üzere araştırma yapanların görebileceği belgeler, işaretler var.
[tıpkı] kendi içinizde olduğu gibi.
Neden görmüyorsunuz!
Rızkınız ve vaad edilen her şeyin kaynağı semâdadır.
Yerin ve semanın Rabbine andolsun ki
Bu [vahiy/din] gerçektir!
Sizin düşünme/konuşmanız [tentıqun] gibi bir gerçek!
[İsterseniz onu gerçekten anlayabilirsiniz!]
[Zâriyât/20–23]

Göğü kuvvetlerle inşa ettik ve biz genişleticiyiz.
Yeri de genişçe yaydık, [işte bakın] onu ne güzel kurup, düzenledik!
Ve her şeyi eşeyli [karşıtlı/çift] yarattık [ki anlayıp] gerçeği anasınız!
Artık Allah’a doğru [metafizik kavrayışa/âleme] firar edin!
Gerçek şu ki
Ben o âlem hakkında sizin için açık ve güçlü bir uyarıcıyım.
Ve Allah’ın yanısıra asla başka hiçbir şeye ilahlık atfetmeyin!
Gerçekten…[bu konuda] Ben sizin için güçlü ve açık bir uyarıcıyım!
[Zâriyât/47-51]

Bu son ayetin bir kelime ile ifade edilişi, tevhid demektir. Bu da sonsuz birlik, sonsuz varlık, ölümsüzlük, bütün geçmiş ve geleceği içine alacak şekilde bütünlük, mükemmellik demektir. Bunun zıddı da bölücülük [şirk] demektir. Bu da bütün negatifliklerin anasıdır, mayasıdır.

Ben, 2003 Ramazanında Kur’an okurken, vahyin karakteri ile ilgili zihnimde onlarca negatif soru birikti. Allah’a sonsuz hamd ediyorum ki, bu ayetin bu beş yönde açılımıyla, o onlarca negatif vesveseler, zihnimin semasından silinmiş oldu.

'Es-semâ' kelimesinin sayısal değeri 102’dir.  Semâ, ikili yapıya sahip olan dünyayı da içine alır. Fakat kâinatta asıl olan birliktir, tevhittir. Evet, tevhid Kur'an'ın en büyük mucizesidir. Kur'an'ın mucize oluşunun en büyük delilidir.

Tevhid başlı başına bir mucizedir. Çünkü ona karşı gelen bütün görüşler bölücü, parçalayıcı ve tek boyutludurlar. Eksik ve negatif özelliklere sahiptirler. Tevhid öyle bir sonsuzluktur ki içinde bütün o negatiflikleri de sindirip sistemin mükemmelliğini koruyor. Ki Allah’ın kâfirlerden şikâyet etmesi bu mükemmel sistemin devamı içindir. Yoksa tek bir buyrukla onları diskalifiye edebilir. Bir mg.  ilacın insanı öldürdüğü gibi...

BAHAEDDİN SAĞLAM

0 yorum:

Yorum Gönder

HAŞİYE

Hovardalık günlerimin sonunda daha fazla hayaller içerisine gömülür, pişmanlık, gözyaşları, lanetler ve sevinçlerle dolardı yüreğim. Bazı zamanlar, bu sarhoşluk ve her yanımı kuşatan mutluluk, bana kendimle alay etmeyi unuttururdu. Neredeyse damarlarımda dolaşırdı umut, inanç ve sevgi. O zamanlar dışarıdan gelecek bir mucizeyle önümdeki her şeyin ferahlayacağına, iyi, güzel ve kusursuz bir çalışma ufkunun beni beklediğine inanırdım. Yeraltından Notlar -Dostoyevski

CIRCA LUMINA

It seems to me that we must make a distinction between what is "objective" and what is "measurable" in discussing the question of physical reality, according to quantum mechanics.The state-vector of a system is, indeed, not measurable, in the sense that one cannot ascertain, by experiments performed on the system, precisely (up to proportionality) what the state is; but the state-vector does seem to be (again up to proportionality) a completely objective property of the system, being completely characterized by the results it must give to experiments that one might perform.

Roger Penrose- The Emperor's New Mind