GÜLMEK VE AĞLAMAK


Gözlerim güzellik cennetinde dolaşırken
Vicdanım cehennemi yaşıyor
[İbn–i Farid]


Bir Yahudi dostum, Yahudi dininde “Ağlama duvarı ritueli” yoktur, dedi. Galiba vardır. Fakat bu ağlama ritueli her kutsal yerde olmalı. Sadece Kudüs’te olmamalı. Çünkü artık diğer milletler de Beni İsraildirler. [Medeni, dindar millettirler.] Galiba şimdiki Yahudiler, herkesten fazla gerilim yaşıyor. Çünkü Süleymanın yaptırdığı duvara ağlıyorlar. Fakat Allah’ın yarattığı insanı öldürüyorlar. Bu onlarda çok büyük bir gerilim yaşatıyor ki onlardan barışı isteyenler, savaşın gerilimini isteyenlerden çok daha fazladır.



Sur la terrace-Renoir
Gözlerim güzellik cennetinde dolaşırken
Vicdanım cehennemi yaşıyor
                                                        İbn–i Farid
Psikolojiyi, özellikle sosyal psikolojiyi bilen, sorumluluk duygusunu teşhis eden bütün mütefekkirler ve tabipler bilirler ki hayat ve yaşamak, bir gerilimdir ve bu gerilimin neticesinde gelen bir sıçrayıştır. Bu gerilim, insanın küçük beni ile toplumsal ben arasında, özerk irade ile genel kader arasında, hayvaniyeti ile insaniyeti arasında, pragmatistliği ile fedakârlığı arasında sürekli ve hızlı bir akım olarak yaşanılır.

Özellikle, “geçmiş ve gelecek, modern ve klasik, birey ve devlet” arasında bu gerilim o kadar çok parlar ki tarihe bile yön verir. Bu gerilimler konusunda, Batı’dan Carl Jung ile Arnold Toynbee’nin [özellikle Tarihçi Açısından Din adlı kitabı ve] çalışmaları takdire şayandır. İslamî Tasavvuf terbiyesi ile Budizm de hatırı sayılır birikimlere sahiptirler.

Kur’an–ı Kerim bu gerilim sürecinin başka bir ifadesi olan gülme ve ağlamayı iki yerde karşılaştırıyor: Tevbe/82 ve Necm/43.

Bu iki ayetin ve iki karşılaştırmanın nüktelerine, inceliklerine ucundan değinelim:

Tevbe suresinde münafıklar ve bazı sahabeler çok çetin olan Tebük savaşına katılmadılar. Çünkü bu savaş hem çok sıcak bir ayda, hem sayıca çok olan Bizans kuvvetlerine karşı yapılacaktı. Bu da onlarda çok büyük gerilim yaşatıyordu. Onlar, bu gerilimli savaşa gitmeyip günlerini Medine’nin serin bahçelerinde geçirdiler. Sosyal ve manevi bir ölümü tercih ettiler.
Ve 82. ayet geldi:

Savaştan geri kalanlar
Yanlış yaptıklarından
Ve gerilimden kaçtıklarından [dolayı]
Çok ağlasınlar, az gülsünler.

Çünkü ağlamak onların kaybettiği sosyal sorumluluğun açığını kapatır, bir nevi ölüm olan rahat geçen günlerini ve yaşamlarını anlamlandırır. Savaştan geri kalanlar ile ilgili bu ayet siyak–sibaka göre münafıklara bakıyorsa da âyet müstakil duruyor ve savaştan geri kalan herkese bakıyor.

Nitekim Necm suresi, gülmeyi ölmekle, ağlamayı da yaşamakla karşılaştırıyor. Bazı müfessirler buradaki ve başka yerlerdeki uyum ve karşılaştırmayı bir kafiye sorunu olarak görüyorlar. Fakat bu görüş kısırdır. Çünkü bütün zıtları elinde tutan, bize dil ve imanı bildiren bir kuvvet ve ilim kafiyeye muhtaç değildir. Fakat kafiyenin olması ekstra bir güzellik olmuştur. Ayetin tam lafzî [literal] çevirisi şöyledir:

Güldüren de, ağlatan da sadece O’dur.
Öldüren de, yaşatan da sadece O’dur.

İşte İslam âlemi başta bilgi ve şüphe geriliminden, şimdi de ekonomik gerilimden ve başka birçok sorumluluğun geriliminden kaçtığı için bugün Allah müslümanları ağlatıyor.

Hrıstiyanlık Haçtaki gerilimden ve Romadaki ölüm–kalım geriliminden istifade etti. 1000 yıl iyi gitti. Sonra skolastizmin rehavetine kapıldı. Öyle bir ölüme mahkûm oldu ki İsa [Sistemin sonsuzluğu] gelip herşeyi yeniden kurarsa ancak dirilebilir.

Şimdiki mevcudiyetleri dahi Avrupa ve Amerika iklim diyalektiklerinin ve İslam dünyasına karşı olan diyalektiğin sayesindedir.

Necm suresinin bu diyalektiği, gülmek ve ağlatmaktan başlatıp; ölüm ve diriltme ile sonra erkek ve kadın ile sonra dünya ve ahiret ile sonra zenginlik ve fakirlik ile karşılaştırması ve bu şekilde cümleyi bitirmesi çok manidardır.

Evet, asıl canlılık, ihtiyacın açlığını hissetmektedir, nimetin kıymetini bilmektedir. Zenginliğin rehavetine kapılmamaktadır. Ve eğer insanlık iman ve tecrübî ilimlerin gerilimini güzelce yaşayabilse, yeni bir çağ gelebilir. Yoksa yok oluruz. Ölürüz: Ebedi istirahat…

Beni İsrail dediler:
yâ Musa!
Sen gelmeden önce de biz işkence çekiyorduk; geldikten sonra da.
Musa dedi ki:
Yakında düşmanınız helak olacak.
Siz yeryüzünün idaresine geçeceksiniz.
Allah yine sizi gerilimle deneyecek.
Yeryüzünü nasıl idare ettiğinizi sınayacak.
[Araf/129]

Demek gerilimin bittiği yerde yokluk başlar. Fakat bu gerilim o kadar faydalıdır ki yokluğa da bir varlık tohumunu atıyor.

Ancak kıyamet öyle bir gerilimdir ki Cennet ve Cehennemi doğurur. Cennette gerilim kalmaz. İşte Kur’an yine Necm suresinin son altı ayetiyle bizi şöyle uyarıyor:

Kıyamet yakındır!
Allah’tan başka onu yararlı hale getirecek hiçbir şey yoktur
Siz böyle bir hadise olacağına şaşırıyor musunuz?
Çok gülüyor
Ve ağlamıyorsunuz
Ve katı duruyorsunuz
[Madem öyledir]
Allah’a [sistemin sonsuzluğuna] secde [hizmet] edin
Ve ona uyun!

Bu son emir, “Beninizi secde ve ibadetin sonsuzluğunda eritin. Gerilimden kurtulun!” anlamına da gelir.

Bir Yahudi dostum, Yahudi dininde “Ağlama duvarı ritueli” yoktur, dedi. Galiba vardır. Fakat bu ağlama ritueli her kutsal yerde olmalı. Sadece Kudüs’te olmamalı. Çünkü artık diğer milletler de Beni İsraildirler. [Medeni, dindar millettirler.] Galiba şimdiki Yahudiler, herkesten fazla gerilim yaşıyor. Çünkü Süleymanın yaptırdığı duvara ağlıyorlar. Fakat Allah’ın yarattığı insanı öldürüyorlar. Bu onlarda çok büyük bir gerilim yaşatıyor ki onlardan barışı isteyenler, savaşın gerilimini isteyenlerden çok daha fazladır.

'Necm', yıldız, vahyin inişi ve Şira yıldızı manasında 53. sureye isim olmuştur. Çünkü bizim varlığımız, dinin, galaksinin özellikle Şira (Sirius) yıldızının meydana getirdiği çekim gerilimi ile devam ediyor. Bu gerilim Allah’ın iki eli olarak birbirine değdiğinde arada Allah’ın Nuru’nun yıldırımı çıkar; birlik, canlılık ve güzellik gözükür. Ki Necm suresi, diyalektikli kelimeler arasında, “Son nokta Allah’ındır” diyor. Varlığın canlılığını ve güzelliğini bu birlikte gösteriyor.

Yavuz Sultan Selim, Doğu ile Batı’nın geriliminden fazlaca nasiplenmişti. Kalktı Mısır’ı fethetti. Oradaki maddi–manevi nimetlerin rehavetine kapıldı. Ondan sonra gelen Kanuni bu rehaveti daha da arttırdı. Allah’tan aslen Avrupalı olan Hürrem Sultan’ın aşkıyla bir gerilim yaşadı da, dünyanın faniliğini gördü. Ve o günden modern bir Avrupa tasarladı. 400 küsür yıldır bu hayal devam ediyor.

Artık bilmiyoruz bu sefer kim haça gerilmeli.

Modern tarihe girdik, eski kadim döneme de bir bakalım: Kitab–ı Mukaddes diyor ki: "Âdem ve Havva yasak ağaçtan [bilgi ve soyut değerler ağacından] yiyince Âdem geçim derdiyle, Havva da doğum sancısıyla cezalandırıldı."

Yani insanoğlu, soyutu, manevi sorumluluğu bilince [âdem olunca], erkek geçim derdi ve aile idaresi ile yük ve gerilim altına girer. Kadın da annelik ve doğum sancısıyla yükümlü olur, gerilimi yaşar. Daha önce hayvan gibi yaşadığından bu gerilimi yaşamıyordu.

Fakat kilise babaları bu psikolojik gerilim yasasını tarihi bir hurafeye dönüştürdüler. Sonra Batılı bilim adamları, vahşi kabileleri keşfettiler. Baktılar onlarda ne geçim sorumluluğu var, ne de doğum sancısı!. Ama onlar da bunun bilimsel sebebini bilemediler. Kitab–ı Mukaddes yanlıştır, dediler. Dindarlar da buna bir izah getiremeyince ve hurafecilikte işi diretince bilim adamları dinsizliği seçti. İşte insanlık 200 yıldır bu sefer bu gerilimi yaşıyor.

Ve sizi fazla germemek için sözü burada bitiriyoruz.
BAHAEDDİN SAĞLAM

0 yorum:

Yorum Gönder

HAŞİYE

Hovardalık günlerimin sonunda daha fazla hayaller içerisine gömülür, pişmanlık, gözyaşları, lanetler ve sevinçlerle dolardı yüreğim. Bazı zamanlar, bu sarhoşluk ve her yanımı kuşatan mutluluk, bana kendimle alay etmeyi unuttururdu. Neredeyse damarlarımda dolaşırdı umut, inanç ve sevgi. O zamanlar dışarıdan gelecek bir mucizeyle önümdeki her şeyin ferahlayacağına, iyi, güzel ve kusursuz bir çalışma ufkunun beni beklediğine inanırdım. Yeraltından Notlar -Dostoyevski

CIRCA LUMINA

It seems to me that we must make a distinction between what is "objective" and what is "measurable" in discussing the question of physical reality, according to quantum mechanics.The state-vector of a system is, indeed, not measurable, in the sense that one cannot ascertain, by experiments performed on the system, precisely (up to proportionality) what the state is; but the state-vector does seem to be (again up to proportionality) a completely objective property of the system, being completely characterized by the results it must give to experiments that one might perform.

Roger Penrose- The Emperor's New Mind