ALEVİ KİMLİĞİNİN İLGİLİSİ


Aleviler, aynileştirilme ile ötekileştirilme sarkacında tanım aralığı bulmakta güçlük çekmektedirler. Sürekli dindar Sünnilerin son yıllarda Alevilikle neden bu kadar ilgilendikleri, alakadar oldukları sorusu sorulmaktadır. Batılı oryantalist ve araştırmacıların çalışmaları, Alevî kesimce kabul görürken bu ülkenin Alevî olmayan insanının Alevîlik ilgisinden neden korkulmaktadır? Asimilasyon korkusu gereksiz bir korku olarak durmaktadır. Hepimiz bu tür korkuların bedelini ödüyoruz. İnanç temelleri siyasete, ideolojilere kurban edilmemelidir.

Özellikle modern ideolojik tekelin Aleviliğin, Bektaşiliğin mayasını oluşturan İslami-Geleneksel temelleri ve tarihi birikim ve literatürü bilinçli olarak ıskalayan, degrade eden, değersizleştiren etkisi Aleviliğin hangi zemine oturduğu sorusunun cevabını güçleştirmektedir. Bu da vahim bir zemin kaymasına yol açmaktadır.

Alevilik-Bektaşilik konusunda birçok Dededen ya da Babadan çok daha iyi Cem, Cemaat, Erkan yürütebilecek şekilde bilgi, birikim ve donanıma sahip olan bizler kim ne derse desin elbette bu konunun içinde olacağız, içinde olmaya devam edeceğiz.


Aleviler, aynileştirilme ile ötekileştirilme sarkacında tanım aralığı bulmakta güçlük çekmektedirler. Sürekli dindar Sünnilerin son yıllarda Alevilikle neden bu kadar ilgilendikleri, alakadar oldukları sorusu sorulmaktadır. Batılı oryantalist ve araştırmacıların çalışmaları, Alevî kesimce kabul görürken bu ülkenin Alevî olmayan insanının Alevîlik ilgisinden neden korkulmaktadır? Dindar bir Sünni olarak neden Alevilik? Bu sorunla defaatle Abant toplantısında dahi muhatap olduk. Elbette, Türkiye’deki Sünni araştırmacılar, grup ve cemaatler, İslami kesim Alevilerle, Bektaşilerle ilgilenip, konuyu masaya yatıracaktır. Bu en tabii hakları olarak değerlendirilmeli. Alevi kimliğine ilgisiz ve bigâne kalıp bu kimliği yok saymaları daha mı iyi olurdu diye sormadan edemiyoruz.

Bu ülkenin, toprakların insanı olarak tabiî ki Alevilik-Bektaşilik konusuyla ilgileneceğiz. Hatta bu sorunun bir şekilde içinde olacağız. Elimizi bu sorundan çekmemizi istemeye kimsenin hakkı olamaz. Olayı dışarıdan seyretme, seyirci kalma gibi bir lükse sahip değiliz. Aleviler yıllardır, ilgisizlikten, dışlanmışlıktan, ötekileştirilmekten yakınmaktaydılar. Bugün ise, neden Alevilik diye garip, anlam içermeyen sorularla karşılaşmaktayız. Herkesçe önemli olan Alevi-Bektaşi kimliğinin İslâm dairesi içerisinde sağlıklı bir tanım aralığı geliştirebilmesidir. Tanım aralığı belirleme sıkıntısı, Alevilerde, Alevi-Bektaşi kimliğinde ciddi bir anomi oluşturmaktadır. Aynı zamanda, Sünni kesim, özellikle dindar Sünni kesim ile sağlıklı ilişki ve diyalog geliştirmesinin önüne duvar örmektedir.

Dernek veya vakıf bünyelerinde yer alan çeşitli Alevi-Bektaşi grup ve cemaat sözcülerinin birbirleriyle dahi sıhhatli bir diyalog ve alaka peyda edemedikleri gözlemlenmekte bu da tanım aralığı geliştirme kapasitesini gölgelemektedir. Bu bağlamda, Aleviler, Alevi-Bektaşi kimliğini tanımlarken içlerinde konsensus sağlayamamakta, birbirinden çok farklı zıt tanımlamalar ortaya konulmaktadır.

Alevilerin hangi legal zeminde kendilerini ifade edecekleri konusu da en önemli sorun olarak karşımızda durmaktadır. Bu konudaki hukuki zemin kayganlığı meseleyi çetrefilli hale getirmektedir. Başta, hukuki bir zeminin oluşturulması gerekmektedir. Bunu da tarihten bağımsız olarak ele almamız mümkün görünmemektedir. Bir yandan bin yılı aşkın bir tarih ve kültüre vurgu yapılırken, diğer yandan modern-ideolojik yaklaşımlarla, tarih ve dini inanç temellerinden soyutlamaya çalışmak çelişki olarak değerlendirilir.

Alevî-Bektaşî Sorununda İdeolojik Etki Ve Hukuki Zeminde Çözümü

Son asırda, tek parti dönemi resmi ideolojisinin, 60’lı yıllardan itibaren ise Marksist-Leninist; Marksist-Stalinist solun Alevi kimliği üzerindeki etkisi hatta bir nevi hegemonyası sorunların çözümünü daha da zorlaştırmakta, açmazlara yol açmaktadır. Özellikle modern ideolojik tekelin Aleviliğin, Bektaşiliğin mayasını oluşturan İslami-Geleneksel temelleri ve tarihi birikim ve literatürü bilinçli olarak ıskalayan, degrade eden, değersizleştiren etkisi Aleviliğin hangi zemine oturduğu sorusunun cevabını güçleştirmektedir. Bu da vahim bir zemin kaymasına yol açmaktadır. İdeolojik etki ve tekel, buna bağlı zemin kayması, inanç bağının kesintiye uğraması hem Alevîler içersinde problem ve kargaşalıklara, keskin ayırımlara yol açmakta aynı zamanda Sünni kesim ile sağlıklı ilişki ve diyalog geliştirilmesini baltalamaktadır. İdeolojik zemin kayması, inanç bağının kesilmesi Alevilerin Sünnilerle otak buluşma nokta ve değerlerini belirleyen İslami-Geleneksel değerleri aşındırıp erozyona uğratmakta; kalıcı bir barışa katkıda bulunacak İslam’dan-tarihten gelen ortak payda ve değerleri baltalayarak, acımasız bir ötekileştirmeye neden olmaktadır. İslam ortak paydasına yönelik ideolojik saldırı Alevi kesime artı bir değer kazandırmamakta; kamuoyundaki en temel meşruiyet kaynaklarını torpillemektedir.

Tarihte Alevî-Bektaşi kimliğini oluşturan temel saik ve dinamikler din kaynaklıdır, tasavvuf kaynaklıdır. Hem Ehl-i Beyt’e olan bağlılık, hem tasavvuf adab ve erkânı her ikisi İslam kaynaklıdır. İdeolojik temelli olarak algılanamazlar. Bu doğrultuda Alevîler, modern ideolojiler uğruna kendi kimliklerini, temel dini-İslami değerlerini göz ardı edemezler. Bu bağlamda asimilasyon korkusu gereksiz bir korku olarak durmaktadır. Bu korkunun bedeli din karşıtı-inanç karşıtı ideolojilere sarılmak olmamalı. İnanç temelleri ideolojilere kurban edilmemelidir.

Önemli olan, Alevîlerin, modern-ideolojik engel ve duvarların aşılarak kendi tarihi ve geleneksel değerleri ile buluşmalarının önünü açmaktır. Alevi kimliğini modern-ideolojik kaygılarla, din karşıtı, Müslümanlık karşıtı tutumlarla bu temellerden uzaklaştırmaya çalışmanın kimseye yararı olmadığı açıktır.

Osmanlı döneminde, Safevî-Osmanlı sıcak çatışmalarının durulup, belli bir oranda Anadolu’da sükûnetin peyda olması sonrasında, 17. asrın ortalarından itibaren, Anadolu’daki Alevî-Kızılbaş toplulukları bir şekilde tanınmaya, hukuki bir zemine oturtulmaya çalışıldı. Hacı Bektaş dergâhı’nın varlığı tarih içinde bu zeminin oluşmasını kolaylaştırdı. Hacı Bektaş dergâhını Pîrevi olarak gören Alevi dede ocakları bu şemsiye altında hukuki bir zemine taşındı. Hacı Bektaş-ı Veli’nin neslinden geldikleri kabul edilen çelebiler bu meşruiyetin temel kaynağı oldular. Bu çelebilerden mütemadiyen icâzet alan dede ocakları kendilerini hukuki zeminde ifade etme imkanı buldukları gibi Safevîlerin etkin olduğu dönemde kendilerine devletçe yöneltilen suçlamalardan da masun/korunur hale geldiler. Elimizde bunu kanıtlayan birçok arşiv belgesi de bulunmaktadır. Anadolu’nun çeşitli yerlerindeki dede ocaklarının dergâh ve cemevleri çelebiler aracılığıyla Bektaşi-Ocak, zaviyesi olarak tescil edildi.1241/ 1826 tarihine kadar bu şekilde sürdü. Yeniçeriliğin kanlı bir şekilde ortadan kaldırılmasının ardından, yeniçerilerin Bektaşiliği bahane edilerek Bektaşi tarikinin yasaklanması Alevi dede ve ocaklarını uzun süre hukuki bir şemsiyeden mahrum kalmasına yol açmıştır.

Alevîlik-Bektaşîlik sorunun çözümünün önünde devletin resmi ideolojisi, tek-parti dönemindeki bazı kanun ve tutumlarından kaynaklanan engeller de söz konusudur. 30 Kasım 1925 tarihinde kabul edilen 677 Sayılı Tekke ve Zaviyelerin seddine ilişkin yasa en önemli engel olarak durmaktadır. Yasa, tüm tarikatları, tasavvuf müesseselerini ve ünvanlarını yasakladığı gibi, Alevî-Bektaşîlere ait seyyidlik, çelebilik, babalık, dedelik vs. Tüm ünvan ve müesseseleri de yasaklamaktadır. Bu şekilde, Alevî-Bektaşî kimliği yasal zeminde kendini ifade edebilme imkânını yitirmektedir. Son yıllarda kente göç sonucu olarak büyük kentlerde birbiri ardınca açılan cem evleri, 677 sayılı yasa engeli yüzünden dergâh ve zaviye statüsünde açılamamakta, dolayısıyla, Sünnî çoğunluk tarafından İslâm’dan ayrı bir dinin tapınağıymış gibi algılanmasına neden olmakta, bu anlamda, İslam dışı bir zemine itilmesini kolaylaştırmaktadır. Yasal engel kalktığı takdirde, Hacı Bektaş Dergâhı yeniden Alevi-Bektaşî topluluğunun merkezi haline gelmiş olacak, aynı zamanda cem evleri dergâh, zaviye statüsüne getirilerek, toplumsal gerilim ve dışlanmalara neden olmayacaktır. Her ne surette olursa olsun, 677 sayılı tekke ve zaviyeler yasası hukuki olarak tartışılarak ele alınıp, Hacı Bektaş Dergâhı yeniden Çelebî ve Dedebaba postlarıyla bu topluluğun merkezi haline gelmelidir. 82 yıl önce yürürlüğe girmiş bir kanun, adı ne olursa olsun, toplumsal barışı zedeleyip, gerginlik ve olası kırılma ve çatışmalara zemin hazırlıyorsa kaldırılması tartışılabilmelidir.

Alevîliğin İslam içerisinde mütalaa edilmesi vurgulanmasına karşın, Alevî dernek ve kuruluşların temsilcileri sürekli çeşitli zeminlerde Cemevi’nin Cami, Sinagog ve Kilisenin yanı sıra Alevîlerin müstakil ibadethanesi olduğu konusunda ısrarlarını tekrarlamaktadırlar. Konu tam da bu noktada ciddiyet kesbetmektedir. Bir yandan Alevîliğin İslam içerisinde olduğu vurgusu yapılırken, diğer yandan Cemevi’nin statü olarak Cami, Kilise, Sinagog gibi müstakil bir ibadethane olduğu yönündeki ısrar çelişki olarak ortada durmaktadır. Böyle bir statüyü kabul etmememiz hatalı bir şekilde Cemevlerine karşı oluş olarak değerlendiriliyor. Oysaki bizim karşı çıktığımız nokta Cemevlerinin varlığı değil, Cami, Kilise, sinagog gibi ayrı, müstakil bir ibadethane statüsüne yapılan vurgudur.

Cemevlerinin anılan statüde ayrı bir ibadethane şeklinde hukuki tescili, kesin bir şekilde Alevilerin Müslümanlıktan ayrı bir dinin mensupları, Cemevlerinin de İslam’dan ayrı bir dinin ibadethanesi olarak görülüp tescilini kaçınılmaz hale getirtecektir. Mütemadiyen, Cami, Cemevi, Kilise, Sinagog kategorisine vurgu yapılması böyle bir sonuca götürecektir.

Alevi dernek ve kuruluş temsilcileri bu kategori dışında bir kategorinin benimsenmesini Cemevlerinin varlığına karşı çıkış gibi garip bir değerlendirmede bulunmaktadırlar. Cemevlerinin yukarıda belirtilen müstakil bir ibadethane olarak tescili Alevi kimliğini dış ve iç manipülasyonlara açık hale getirecek, Alevî-Bektaşi kimliğini Diaspora gibi davranan bazı kuruluşların tekeline sokacaktır. Bu sadece Diaspora’nın tekeliyle kalmayacak aynı zamanda Batılı ülkelerin de bu kimlik üzerinde vesayet kurmalarına ve Alevilerin dini azınlık konumuna getirilmeleri gibi ciddi bir tehlikeye, toplumsal barışın bozulmasına yol açacaktır. Alevî-Bektaşi kimliğinin İslam’dan ayrı bir dini ya da kültürel kimlik olduğu yolunda görüşler Pir Sultan Abdal Dernekleri gibi bir kısım Alevilerce dile getirilmekte, hatta bu şekilde tescili konusunda AB nezdinde girişimlerde bulunulmaktadır. Bu yüzden sorun, uluslar arası bir sorun haline getirilmesine meydan verilmeden ülke içinde çözülmelidir.

677 sayılı kanun kaldırılabildiği ya da içeriğinde köklü bir değişiklik yapılabildiği takdirde Alevî-Bektaşî kimliği kendini yasal zeminde ifade etme imkânına sahip olacak. Yasal düzenlemelerin ardından, Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde teşkil edilecek bir üst kurul; serbest hale gelecek olan dergâh, tekke ve zaviyeleri denetleyecek; mevcut tarikatların holding ya da siyasal kurumlara, partilere dönüştüğü yolundaki şikâyetlerin de önü alınmış olacaktır. Aynı zamanda, oluşturulacak üst kurulda Alevî-Bektaşi toplulukları, dede ocakları da ağırlıkları oranında temsil edilip, bütçeden payını alacak; Hacı Bektaş Dergâhı müze olmaktan çıkarılıp, Alevi-Bektaşî kimliğinin merkezi olma statüsünde Alevî-Bektaşîlere iade edilme imkânına kavuşacaktır.

Aynı şekilde, dindar Sünnilerin, Alevî-Bektaşi kimliğine olumsuz bakış ve yaklaşımları da önemli oranda değişip gerginlikler, tamamen ortadan kalkmazsa bile, bir hayli azalacaktır. Alevîler’in Cemevleri’nin Dergâh statüsünde, bu kanun çerçevesinde kabul edilmesinin Alevî-Bektaşi kimliğinin küçümsendiği, önemsenmediği sonucuna yol açacağı gibi bir anlam çıkarmaları kabul edilemez. Cemevleri’ni dergâh statüsünde kabul edilmesi bu kimliğe herhangi bir nakısa getirmeyecektir. Böyle bir alınganlık göstermenin zemini yoktur.

Sonuç olarak, Alevî-Bektaşi kimliğinin tanım aralığının belirlenmesinde temel İslami referansların ideolojik endişelerle, azınlık statüsüne olan iştahla göz ardı edilip, tasfiye edilmeye çalışılması sağlıklı bir tutum olamaz. Aynileştirilme/Asimilasyon korkusu yersiz bir korku olarak durmaktadır. Bu korku ile diyalog kapısının kapatılması Alevileri içine kapanan, sadece tepkiselci bir konuma ittiği gibi bundan doğacak gerginlikler sürekli siyasi manipulasyon ve provokasyonlara açık hale gelecektir. Bu anlamda Dindar Sünnilerin konuya ilgi ve alakası, 677 sayılı Tekke ve Zaviyeler kanununun kaldırılması ya da değiştirilmesi konusundaki ısrarı Alevileri endişelendirmemeli, bilakis rahatlatmalıdır. Dolayısıyla Alevilik konusuna olan ilgimiz bu konuda yıllardır devam eden çaba ve araştırmalarımız kimseyi rahatsız etmemelidir. Alevilik-Bektaşilik konusunda birçok Dededen ya da Babadan çok daha iyi Cem, Cemaat, Erkan yürütebilecek şekilde bilgi, birikim ve donanıma sahip olan bizler kim ne derse desin elbette bu konunun içinde olacağız, içinde olmaya devam edeceğiz.

MÜFİD YÜKSEL

0 yorum:

Yorum Gönder

HAŞİYE

Hovardalık günlerimin sonunda daha fazla hayaller içerisine gömülür, pişmanlık, gözyaşları, lanetler ve sevinçlerle dolardı yüreğim. Bazı zamanlar, bu sarhoşluk ve her yanımı kuşatan mutluluk, bana kendimle alay etmeyi unuttururdu. Neredeyse damarlarımda dolaşırdı umut, inanç ve sevgi. O zamanlar dışarıdan gelecek bir mucizeyle önümdeki her şeyin ferahlayacağına, iyi, güzel ve kusursuz bir çalışma ufkunun beni beklediğine inanırdım. Yeraltından Notlar -Dostoyevski

CIRCA LUMINA

It seems to me that we must make a distinction between what is "objective" and what is "measurable" in discussing the question of physical reality, according to quantum mechanics.The state-vector of a system is, indeed, not measurable, in the sense that one cannot ascertain, by experiments performed on the system, precisely (up to proportionality) what the state is; but the state-vector does seem to be (again up to proportionality) a completely objective property of the system, being completely characterized by the results it must give to experiments that one might perform.

Roger Penrose- The Emperor's New Mind