ONLARI KENDİM, ASHABIM VE MÜMİNLERLE BİRLİKTE KORUYACAĞIM


Müslümanlar, Hrıstiyanları terk etmeyecek! Onları desteksiz bırakmayacak! İyi ve kötü günlerinde müslümanlarla beraber oldukları müddetçe, zorluklarını, sıkıntılarını paylaştıkları müddetçe, onların aleyhine ve lehine olan şeyleri paylaştıkları sürece, onlar müdafaa edilecek, kötülüklere ve sıkıntılara karşı ahidnâme mucebince korunacaktır.

Bu Yazı [Emannâme], Allah’ın Resulu ve insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderilen Muhammed’in, Allah’ın va’di üzere, bir hüccet olarak insanlara, Allah’ın va’di üzere olmaları ve ahidlerinde durmaları konusunda yazdırdığıdır. Allah Alîm ve Hakîmdir.

Onlara eza edenlerin, aldatanların, katledenlerin arkasında olmaktan uzağım. Kendim, tabîlerim, ashabım ve milletimle birlikte onlara âmir olarak onların haklarına riâyet edip onları zarardan, kötülüklerden korumak, bana ve ashabıma zarar ulaştırmadıkları müddetçe, muhafaza etmek vazifedir.

Harac ve cizye onlardan zorla alınmayacak, cebr ve ikrahla değil, istekleriyle, gönüllerine göre alınacak. Bu konuda cebir ve zorlamaya müracaat edilmeyecek. Hrıstiyanlar, Hrıstiyanlıktan, piskoposlar, piskoposluktan ve rahipleri ruhbanlıktan zorla döndürülmeyecek, seyyahları seyahatten menedilmeyecek, kasten din değiştirmeye, müslüman olmaya icbar edilmeyecek. Ancak kendi rızalarıyla, iman nasib olanları hariç.

Ahidnâme verilenlerin evleri ve kiliseleri yıkılmayacak, bu yıkıntıları müslümanlar mescid binasında ve evlerinde kullanmayacaklar. Bunu yapanlar Allah’ın ahdini bozmuş, Resulullah’a muhalefet etmiş ve Allah’ın zimmetine ihanet etmiş olur.


Peygamberimiz Hz.Muhammed efendimizin zât-ı risâletpenâhîlerini Medîne'de ziyaret eden Busra Hristiyanlarına verdiği Ahidnâme ve Emannâmenin, İstanbul Kumkapı'daki Ermeni Ortodoks Patrikhânesinde bulunan Arapça sûreti, Mardin, Deyru’z-Za’faran manastırında bulunan diğer kopyalarla karşılaştırılarak tercüme edilmiştir. [-editör.]


HUVE’L-MU’İN

[Eman Verildiğine İşaret Eden El Tasviri]

Allahu Veliyyu’t-Tevbeti Ve’t-Tevfîq Ni’me’l-Mevla Ve Ni’me’n-Nasîr
Huve’l-Evvelu Ve’l-Ahiru Ve’z-Zâhiru Ve’l-Bâtinu Ve Huve Bikulli Şey’in Alîm

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
[Rahman Ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla]

El-Hamdu Lillahi Rabbi’l-‘Alemîn Ve Sallallahu ‘Ala Seyyidina Muhammedin Ve Alihi Ve Sahbihi Et-Tayyibîn Ve’t-Tahirîn.

[Hamd, âlemlerin Rabbı olan Allah’a mahsustur. Ve Salavât Efendimiz Muhammed’in ve onun güzel ve temiz Âl ve Ashabının üzerine olsun.]

Bu Yazı [Emannâme], Allah’ın Resulu ve insanlara müjdeleyici ve uyarıcı [Beşîr ve Nezîr] olarak gönderilen Muhammed Aleyhisselâm’ın Allah’ın va’di üzere, bir hüccet olarak insanlara, Allah’ın va’di üzere olmaları ve ahidlerinde durmaları konusunda yazdırdığıdır. [Emannâme, Ahidnâme] Allah Alîm Ve Hakîmdir.

Bu [Emannâme] Hars Bin Ka’b’e, kendi milleti ve Hrıstiyanlık dini üzere olan topluluğa; arzın doğusunda ve batısındaki Mesihî dinine bağlı melik ve hükümdarlara, onların yakın ve uzağındakilere, fasihine ve a’cemîsine, ma’ruf ve mechul olanlarına, mer’î ve tatbik edilmesi gereken müseccel bir ahid olarak, İslâm’a mütemessik olanların O'nun [Resulullah’ın] adâletini ikâme edip zimmetini muhafaza edeceği, oradaki şartlara riâyet edeceği, hilâfına hareket etmeyeceği bir vasiyyeti olarak yazılmıştır. Bu ahidnâmenin hilâfına hareket edenler, müslümanlardan, mü’minlerden, Sultan olsun, gedâ olsun, başkası olsun Allah’ın emrine karşı gelmiş ve ahd u misâklarını çiğnemiş, zimmeti bozmuş olacaklardır.

Bununla, benden, ümmetimden müslüman olanlardan istedikleri misâk ve ahidnâmeyi kendileri için verdim. Bu suretle Allah’ın ahid ve misâk ve zimmeti üzerine, Allah’ın gelmiş geçmiş Enbiya, Mürselîn, Mü’min ve Müslümanların, Asfiya ve Evliyasından ve benden ve melaike-i mukarrebînden daha önce Allah’ın ahdine uyulması, farîzanın yerine getirilmesi ve vefa gösterilmesi için aldığı misâk üzere, bu ahidnâme verildi.

Bana tabi olan, doğuda ve batıda, uzakta ve yakın bulunan tüm mü’minlere savaşta ve barışta uyulması icab eden bir iş olarak vasiyet ederim ki;

Eman sahibi olan Nasâranın tüm mekânları, kiliseleri, diğer ibadet yerleri, manastırları, inzivaya çekildikleri mağaralar, dağlık mekânlar, vâdiler, ovalık, çöllük yerlerde ev, bina ve ma’mur veya değil yerleri vs. nerede ve hangi şartlarda bulunurlarsa bulunsunlar bununla benim ve ümmetimin mü’minlerinin himayesi altındadır.

Onları kendim, ashabım ve mü’minlerle birlikte koruyacağım!

Onlara eza edenlerin, aldatanların, katledenlerin arkasında olmaktan uzağım. Kendim, etba’ım, ashabım ve milletimle birlikte onlara âmir olarak onların haklarına riâyet edip onları zarardan, kötülüklerden korumak, bana ve ashabıma zarar ulaştırmadıkları müddetçe, muhafaza etmek vazifedir.

Harac ve cizye onlardan zorla alınmayacak, cebr ve ikrahla değil, istekleriyle, gönüllerine göre alınacak. Bu konuda cebir ve zorlamaya müracaat edilmeyecek. Hrıstiyanlar, Hrıstiyanlıktan, piskoposlar, piskoposluktan ve rahipleri ruhbanlıktan zorla döndürülmeyecek, seyyahları seyahatten menedilmeyecek, kasten din değiştirmeye, müslüman olmaya icbar edilmeyecek. Ancak kendi rızalarıyla, iman nasib olanları hariç.

Ahidnâme verilenlerin evleri ve kiliseleri yıkılmayacak, bu yıkıntıları müslümanlar mescid binasında ve evlerinde kullanmayacaklar. Bunu yapanlar Allah’ın ahdini bozmuş, Resulullah’a muhalefet etmiş ve Allah’ın zimmetine ihanet etmiş olur.

Ahidnâme verilenler meyanında, uzletnişîn rahipler ve piskoposlarla yün elbise giyip, ruhbanlık kisvesine bürünerek, dağlarda ve uzak mahallerde ibadet için inzivaya çekilen tüm nasrânîlerden senelik dört dirhemden ziyade cizye alınmayacak. Ya da bunlardan müslümanlara yardım için kumaş giysi veya sarık örtüsü istenecek. Bu da cebren olmayacak, kendi istekleriyle, gönüllerine göre verecekler. Bu giysiyi veremeyecek durumda olanlardan bu da talep edilmeyecek. Karada ve denizde ticaret erbabı olan ya da, Altın, Gümüş gibi madencilikle iştigâl eden, iş güç sahibi, malı çok olan nasranîlerden bu yerlerde meskun ve mukîm oldukları, yolcu olmadıkları ve harâc mevzileri bilinmeyenlerden olmadıkları takdirde, her yıl için oniki [12] dirhemden fazla cizye alınmayacak. Ancak, bunlar mirasla toprak sahibi olanlardan, ya da mirî araziye sahip değilse [Sultan Arazisi] bunlardan arazi vergisi dışında cizye alınmayacak. Bu vergiyi de diğerleri gibi verecekler. Harâc ve cizye alınacak vaziyette olanlardan , toprak sahibi olup ta ekip biçecek durumda olanlara takatinin ve gücünün üzerinde yük bindirilmeyecek. Haddinden fazla vergiyle mükellef kılınmayacaklar harâc sahiplerinin verdiği ölçüyü aşmmayan benzeri bir şekilde vergi ödeyecekler. Ancak, zimmet ehli müslümanlarla beraber düşmana karşı sefere, mukatele ve harbe çıkmaya zorlanmayacaklardır. Cizye vermek, sefere çıkmaya ve mukateleyi mucib olmaz. Müslümanlar ehl-i zimmeti korumak ve onlara gelecek zararı def’ etmekle mükelleftir. Herhangi bir harb halinde müslümanlara, silah ve atlarıyla destek vermeye, düşmanlarını öldürmeye zorlanmazlar. Ancak kendi istekleriyle, gönüllü katıldıkları takdirde olur.

Mesihîlerden kimse müslüman olmaya zorlanmayacaktır!

Velâ tucâdilu Ehle’l-Kitâbi illa bi’l-leti hiye ahsen ille’l-lezîne zalemu minhum.. İlh. [Kitap ehliyle, ancak en güzel tarzda mücadele edin. Onlardan zulmedenleri hariç.. Ankebût Suresi/46] âyetinin iktizâsınca onlara merhamet kanatları gerilip, muamele edilecek. Nerede ve hangi halde bulunurlarsa bulunsunlar kötülüklerden ve ezaya uğramaktan uzak tutulacaklar. Nasâradan herhangi bir kimse, bir suç işlediği takdirde müslümanlar onu suçtan men etmek ona yardımcı olmakla ve aralarındaki niza’ı ya menneb bırakıncaya ya da fidye [bedel] alınıncaya kadar sulh ile neticelendirmek için müdahale etmekle mükelleftir.

Müslümanlar, Hrıstiyanları terk etmeyecek! Onları desteksiz bırakmayacak! İyi ve kötü günlerinde müslümanlarla beraber oldukları müddetçe, zorluklarını, sıkıntılarını paylaştıkları müddetçe, onların aleyhine ve lehine olan şeyleri paylaştıkları sürece, onlar müdafaa edilecek, kötülüklere ve sıkıntılara karşı ahidnâme mucebince korunacaktır.

Nikah hususunda onlara zorluk ve sıkıntı yüklenilmeyecek, istemedikleri şeye zorlanmayacak, aileler müslümanlarla evlenmeye zorlanmayacak.

Nasraniler de aynı şekilde müslüman erkeğin bu talebine mani olmayacak. Eğer müslümanlardan biri nasâradan bir kadını tezvîc ederse bu kadının ve ailesinin rızasına, muradına ve malının elvermesine uygun olacak. Kendi isteğiyle müslüman olmadıkça, Nasara dini üzere ibâdet etmesine, isteğine göre ma’bedlerine gidip din adamlarına uymaya müsaade edilip mani olunmayacak.

Bunların hilâfında hareket edenler, ahd-i İlâhiye muhalefet etmiş ve Resulullah’ın misâkını bozmuş olur. Bu kimse Allah indinde yalancılardan olur.

Onların kiliselerine, manastır ve ayazmalarına ve dini maslahatlarına saygı gösterip muhafaza etmek elzemdir. Resulullah’ın ahdine vefa gösterilmeli, Allah’ın ve Resulünün bir mevhibe olan zimmetine riayet edilmelidir. Onlardan bir kimse, müslümanlar arasında düşmana karşı elçi veya kılavuz olarak ya da savaş esnasında gözcü vs. olarak bulunmaya zorlanamaz. Kim onlardan bir kimseye bunu yaparsa zalim olmuş olur, Allah ve Resulüne asi olmuş olur. Bu suretle, Resulullah Muhammed’in [SAV], Mesihî ve Nasâra topluluğunun tümü için belirleyip, yazdırdığı bu şartnâmeye muhalif davranmış olur. Ahidnâme onlara, dinleri ve zimmetleri için ahde vefa gösterilmesi ve ona temessük etmeye matuf olarak şart kılınmıştır. Bu şekilde, onlardan [Nasâradan] herbir kimse, harb ehlinden, müslümanlara düşman diğer bir kimseye yardım etmeyecek, onlar için gizli veya alenî çalışmayacak. Müslümanların düşmanlarından kimseyi evlerinde barındırmayacak, yayla yerlerine ve manastırlarına onları almayacak ve misafir edip yatırmayacak. Ehl-i harb olan müslümanların düşmanlarına, adam, silah, mal vs. Şeylerle destek vermeyecekler . Nerde olurlarsa olsunlar, yanlarına gelen müslümanları barındırıp misafir edecekler, onlara ikramda bulunacaklar, ancak külfet ve sıkıntıya girmeden.

Müslümanlardan birinin onların evlerinde, mekânlarında saklanması, barınması icab ederse, onlara ev sahipliği yapıp en az üç gün üç gece misafir etmeliler. Ve yanlarında misafir oldukları müddetçe onları her ne şekilde olursa olsun düşmandan saklayıp, dini vecibelerine riâyet edip, muradları vechiyle ihtiyaçlarını karşılayıp, yediklerinden ikram edip, buna mani olmayacaklar Bu husus Nasara taifesinin uyması icab eden husustur. Ahidnâmenin herhangi bir şartını bozan kimse bana adavet etmiş olur. Rahipler, Ahbârlar, Nasâra ve tüm Mesihî dinine bağlı ehl-i kitap melikler için alınmış ve yazılmış olan bu ahd u misakı, Allah ve Resulünün zimmetini çiğnemiş olur. Allah’ın Resulullah’a ümmeti için iman ve vefa hususunda bâkî kıldığı şeylerden biri bunlara riâyettir. Hilâfına hareket etmemektir. Allah ve Resulünün ahdine vefa göstermektir. Bu şekilde, nerede ve ne şekilde bulunurlarsa bulunsunlar, bu, Allah Resulü onun nesebinden gelenler ve bütün müslümanlar için bir vefa olarak ona kıyâmet vakti gelinceye kadar riayet edilmesi gereken husustur.

BYazı [Ahidnâme ve Emannâme], onlara ahid ve şart olarak Resulullah Muhammed [SAV] tarafından yazdırılmış. Bu ahidnâme, onlar için ashab’ın [R.A] huzurunda kaleme alınmıştır.

Ebu Bekr Es-Sıddîk [r.a] Ömer Bin Hattâb [r.a] Osman Bin Affân [r.a]
Ali Bin Ebî Tâlib [r.a] Muaviye Bin Ebî Süfyân Ebu’d-Derda [rh.] Ebu Zer [rh.]
Ebu Hureyre [rh.] Abdullah Bin Mes’ud [rh.] Abdullah Bin Abbas [rh.]
Hamza Bin Abdulmuttalib [rh.] Fazl Bin Abbas [rh.] Zübeyr Bin ‘Avâm [rh.]
Talha Bin ‘Ubeydullah [rh.] Sa’d Bin Mu’âz [rh.] Sa’d Bin ‘Ubâde [rh.]
Sâbit Bin Kays [rh.] Zeyd Bin Sâbit [rh.] Abdullah Bin Zeyd [rh] Usame Bin Zeyd [rh.]
Curmus Bin Zeyd [rh.] Zeyd Bin Erkam [rh.] Sehl Bin Beyad [rh.] Osman Bin Ma’zûn [rh.]
Ebu ‘Ub¬âde [rh.] Abdullah Bin ‘Amr Bin ‘As [rh.] Ebu anife Bin S’ad [rh.]
‘Ammâr Bin Yâsir [rh.] Haşim Bin ‘Ubeyd [rh.] Hassan Bin Sâbit [rh.]
Enes Bin Mâlik [rh.] Ca’fer Bin Ebî Tâlib [rh.]
Ve Ketebehu Muâviye Bin Ebi Süfyân

[Ridvânullahi Ta’âla ‘aleyhim ecma’în ve ‘ammen tesa’ahum bi’l-ihsân biimlâi Muhammedin Resulillâh Sallallahu ‘Aleyhi Vesellem]

Temmet biavnillâh ve Husni’t-Tevfîk

‘Amile İbn Huseyn

ARAPÇA'DAN ÇEVİREN: MÜFİD YÜKSEL


EMANNÂME'NİN OSMANLI DÖNEMİNDEKİ TERCÜMESİ

Peygamberimiz’in [SAV] verdiği Emannâme’nin Tur-ı Sina’daki St. Catherine Manastırında bulunan ve Hicri 1048 tarihinde Türki Lisanına tercüme edilmiş Sureti.

[15 Eylül 1950 tarihinde Tarih Dünyası Dergisinde Tıpkıbasımı Yayınlanmıştır. Emannâme’nin St. Catherine Manastırında bulunan deri üzerine yazılmış olan Arapça aslı ise, Mısır’ın Fethinden sonra 1517’de Yavuz Sultan Selim tarafından İstanbul’a getirilmiştir. Emannâme’nin bu asıl nüshasının Topkapı Sarayı’nda bulunduğu sanılmaktadır. Sina yarımadasındaki St. Catherine Manastırına ise bunun Türkçe tercümeli bir kopyası gönderilmiştir. -Müfid YÜKSEL]


Sûret-i Emannâme-i Hazret-i Risâletpenâhî [SAV] Be Cemaat-i Mesihiyân Der Mantıka-i Busra

Hâla Kadîmu’l-Eyyamdan Cebel-i Musa Aleyhisselâm’da sâkin olagelen ahbâr-ı nasâra ve millet-i Mesihiyandan bazı riyazetkeş keşişân Şer’i Şerîf-i Nebevî Sallallahu Aleyhi Vesellem meşari’i meclisinde hâzirûn olub bast-ı kelâm ve takrîr-i meram edüb bundan akdem Tevac kazâlarında bender-i tûr-ı mübareke gelüb ba’dehu vâdi-yi mukaddese gelib sa’y idüb makâm-ı Mesîh Aleyhissalâtu Vesselâm’a ya’ni Cebel-i Münacât’a çıkıb ve Tûr-ı Sinâ’yı ziyaret kılıb ol vâdide vâki’ zemân-ı cahliyyetde Mebnî olan deyrlerine girib ‘ala ma huve’l-Hakk Fi kulli... varak keşf ve tahrîr edib vâkî hâli hâvî ve masdûka-i mekâli-yi meâvi-yi bî halel ve bî illet bir sahîh huccet vermiş idüğün elhaletu hâzihi tedebbür ve ta’akkul ve tefekkür ve teemmül idüb görüldü ki, ba’de zamân ashâbı ağrâzın hükkâm-ı dünya ile edeceği suâle cevâb-ı şâfî olub min ba’din onun gibileri mani ve dâfi’ olmağa bize bir huccet-i uhra dahi lâzım imiş. O verilse şol Ahidnâme-i Nebeviyye ve misâk-ı Mustafaviyye-i Risâletpenâh Muhammed Bin Abdullah Hazret-i Resulullah bizim âbâ u ecdâd ve eimme ve kübera ve üstadûn-i sâire ra’iyyetleri olub zimmet kabul etdikleriçun ihsan etmişlerdir. Pes ol Ahidnâme ila yevmina hâza bu zikrolunan Ahidnâme-i mübarek mazmûnunca Hulefâ-yı Râşidîn Ridvânullahi ‘Aleyhim Ecma’în ve eslâf-ı salâtîn-i Din Nevverellahu Madâci’ahum bienvâri’l-Yakîn yanımızda mahfuz ve mazbut ve mektub ve merbut olan merâsim-i kerîmiyye ve ve havâkîn-i kirâm-ı âl-i Osman’dan nâsibu’l-...En-Nasru’z-Zâhire.fâtihuş-Şamât ve’l-Kahire, Kâti’-i urûk-ı tuğât-ı çerâkise Fâtihu’l-Hicâz..........Hâdimu’l-Haremeyn Es-Sultan Selîm Şah Enarellahu Burhanehu’dan ve oğlu Sultanu’l-A’zam ve Hakâni’l-Mu’azzam Sultanu salâtîni’l-Mücahidîn ve’l-Ğuzât Ebu’l-Futûhât Es-Sultan Süleyman Han’dan Tâbe Serahu, ‘ale’l-Husûs Padişah-ı Cihân-penâh-ı milk-i rikab-ı iştibah mâlik-i rikabi’l-Ümem Sultanu’r-Rûm Ve’l-‘Arab ve’l-‘Acem Süleyman-ı Sânî, Hadî ‘Aşer-i Osmanî Melik-i milk-i Beni Adem Zillullahi Fi’l-‘Alem Şahinşah-ı Kerîm padişahımız Hazret-i Sultan Selîm E’azzellahu ensârehu veza’afe iktidârehu’dan elimizde olan ahkâm-ı ‘azîme nazar olunub bu cümlenin mazmununu mutazammın bir temessük murad eyleriz. Tâ ki, sicilât-ı mahfuziye kaydetdirib sûretin ihrâc oldu. Lede’l-İhtiyâc anınla ihticâc edib mâdemki müttehem olmaya. Zikrolunan ahidnâme-i mübarek ve usûl-i ahkâm-ı şerîfe ibrâzından müstağni olub huzûr-i kalb ile du’â-yı devlet-i padişahiye iştigâl gösteririz deyü bu matlub meşruhun husûlü bâbında ziyâde ibrâm ve ilhah etdikleri bâisden ellerinde olan ba’zı ahkâm-ı şerîfe kavlince aslı hazîneye alınan Ahidnâme-i Nebeviyye’nin sûretin vesair ahkâm-ı şerifeyi getürtüb herbirinin evvelinden âhirine nazar kılıb, görüb şer’i şerîfe mutabık olmağın fesenettali’u mâfi kitâbi’l-‘Ahdi’l-Mezkur. İnşaallahu Ta’ala bu ol kitabın Türkî tercümesidir ki zikrolunur isğa oluna.

Bu bir kitâbdır ki; bunu Muhammed Bin Abdullah, ki Resulullah’dır ve kâffe-i nâsa mübeşşir ve nezîrdir ba’de’r-Rusul ber mübteğâ-yı âyet: Ve kânellahu ‘Azîzen ve Hakîma; nâs içün Allah üzerine huccet olmak içün Abdullah ve Ra’iyyet... millet-i Mesîhiyye ve kavm-ı Nasâra’nın ırâğına ve yakînine ve fasihine ve ‘acemine ma’rufuna ve mechulüne ‘ahd olmak içün cemî’ ehl-i mültebisegâna biisriha evveine yazdı. Ümmetinden her kim bu ‘ahidnâmede olan ‘ahd u misâkı bozar ise Allah’ın ‘ahdini bozub misâkına uymamış olur. Ve emrine muhalefet edüb ta’addî etmiş ve dini istihza kılmış olur. Ne’uzu Billâh la’nete lâyık olur. Sultan olsun gedâ olsun ve bilcümle kim olur ise olsun. İmdi kaçan bir râhib veya sâih bir dağda veya bir vâdide ya bir mağara veya abadân ya sehl .............ve kenîse ve ma’bedde olub ihfa ede yani sığına, ben anların verâsında kendi tayinim ile a’vân ve ensar ve ehl-i milletim ile onları cemî’ ......ile esbâbı ile koruyucu ve bekçiyim ve bu sebebden ki, onlar benim ra’iyyetim ve ehl-i zimmetimdir. Ve dahi ehl-i zimmet harâc gibi ve gayrı gibi tahmîl etdikleri meunetlerde ben onların icâbını men’ ve def’ ederin ki bunlara cebr ve ikrah yokdur. Ve kendilerden kadı [piskopos] ve râhib olanlar ve uzletnişînler kemakâne kendi hallerinde olanlar tagayyür etmeye ve seyyahları seyahat kılmaya ve kiliseleri malından mescid binâsına ve menâzil-i müslimîne girmeyeler. Her kim menâhiden birin etse tahkîk Allah’ın ‘ahdini bozub ve Resulüne muhalefet etmiş olur. Ve dahi kadılarından [piskoposlarından] ve râhiblerden ve kendi ‘ibâdetlerine meşgul olanlarından harâc alınmaya garâmet çekdirilmeye Ben bunların zimmetlerin saklarım. Her yerde berr u bahr, şark ve garb ve şimâl ve cenubda her kande olur ise bunlar benim zimmetimdedir ve misâk ve emânetimdedir. Ve Cemî’ kendilere mekruh olanlardan kezâlik şunlar ki, tenhaca dağlarda ‘ibâdet ederler mezrâalarından ‘öşür ve harâc almayalar ve müslümanlardan onlar ile kimesne ortak olmayalar ol ancak ma’âşları içündür. Ol vakit ki, tahıllar iriyse her....bir kadeh vereler ve onlara sefere iş ve cenge çıkarmayalar ve harâc istemeyeler. Ve ashâb-ı harâc olanlardan dahi ki, yerli, yurtlu mülklü, mallı, bazürgânlık edenlerden on iki [12] dirhemden ziyâde alınmaya ve başları harâcı içün dahi ‘adedin ziyâde teklîf etmeyeler. Ve ber mübteğâ-yı âyet Velâ Tucâdilu Ehle’l-Kitâbi illâ Bi’l-Leti hiye Ahsen” Ahsen vech üzere, mücadele edeler ve onlara merhamet bürle....ve onları incitenleri kande olur ise olsun men’ edeler.

Ve bir nasrâniyye hatun bir müslümana tezvic eylese, ol müslüman ol ‘avretin rızâsı üzere ola kiliselerine varub nemâz kılmakdan men’ eylemeye ve dini havasına mâni’ olmaya ve kilise hürmet ve ta’mirinden men’ etmeyeler. Bir kimse ‘Ahdullah’a hilâf eylese ve zıddına i’timâd kılsa tahkîk Allah’ın ve Resulullah’ın misâkına ‘âsî olmuş olur. Bunların etdikleri ‘ahde göre muâvenetden ve onlara nakl-i silâh lâzım değildir. Belki müslümanlar onlar içün ederler. Bu ‘ahde tâ kıyâmet, dünya münkazî oluncaya ümmetimden kimse hilâf etmesin deyu emr olunub zeylinde ashâb-ı kübranın bu isimleri yazılanları şuhûdu’l-Hâl yazılmış. Nitekim zikrolunur. Hakeza.

Alî Bin Ebî Tâlib Ebu Bekr Bin Ebî Kuhafe ‘Ömer Bin El-Hattâb ‘Usmân Bin Affân
Ebu’d-Derdâ’ Ebu Hureyre ‘Abdullah İbn Mes’ûd ‘Abdullah Bin ‘Abbas Bin ‘Abdi’l-Muttalib Kusva Bin ‘Attas Zübeyr Bin ‘Avâm Talha Bin Ubeydullah Sa’d Bin Mu’âz
Fazl Bin ‘Abbas Sâbit bin Kays Zeyd Bin Sâbit Ebu Cendel Haşim Bin Ubeyd
Haris Bin Sâbit Abdullah Bin Cebel Abdullah Bin ‘Amr Bin ‘As Haris Bin İyas

Rızvânullahi Ta’âla ‘Aleyhim Ecma’în.

Bu ahdi, Hulefâ-yı Râşidîn’den, ‘Alî Bin Ebî Tâlib, Mescid-i Nebî ‘aleyhisselâm’da dest-i hattın vaz’ eyleyüb yazdı. Hicret-i Nebevî’nin ikinci senesi, üçüncü günü idi.

Muharremu’l-Harâm’ın, nüshasın hizane-i Sultan’da kodu. Aslı Tâif âdemîlerinden bir âdemide mektûb idi deyu mübeyyen olmağın ve şol asıl ki, bu sûret-i sahîha ondan naklolunub bu minvâl üzere kayd olunmuşdur. Kıt’ada rub’ı tabak-ı cismi mikdarında bir yeşil renklice cildli müzehheb turuncu, zevayası müzehheb billuri onüç [13] varaklı mücellede evvel aslı sonra tercümesi yazılmış. Dokuzyüzyetmişyedi [977] Cemâziyelevvelinin evâsıtı târihinde mevâli-yi ‘izâmdan Mısır Efendilerinden ‘Umdetu’l-Mevla Mehmed Efendi huccetiyle mahtum ve imzasıyle mumzî bulunub i’timad olunmağın ve zikrolunan ahkâm-ı münîfenin herbirin alâmet-i şerîfe ile ale’l-âde mevsûmdur.Ba’dehu ’ahdnâmede olandan fazla bir tâife-i ruhban ki, Cebel-i Münacât ve Tûr-ı Sina’da kadılarıdır. ‘Ale’d-Devâm sâkinlerdir. Ve müsafirûn sâdır ve vârid ve âyende ve revende ya’ni gelici ve gidici eksik olmayıb onları ziyâfetden hâlî olmadıkları bâisden lâsiyema vâdi-yi mübârekin etrafında olan evdiye ve deşt ve kazâda sahranişîn bedevî arabların siğâr ve kibârına ve zukûr ve inâsına muayyen vakıfları olduğundan maâda ashâb-ı marazı üzerine her ne lâzım olur ise veregeldikleri ‘urbân her halde onlardan müntafi’ oldukları bâisden bunların umûruna müsamaha olunub bunları incitmeyeler ve gayriler yerlerine girmeyeler deyu yazılmağın ber mübteğâ-yı âyet...........bu temessükât müsamaha olunub meşruhda olan evâmire imtisâl ve nevâhîden ictinâb edüb bu.tomâr-ı latîfe .ki cümle mazmununu hâvîdir. Vakt-i hâcetde hüccet olmak için talepleriyle tahrîr olunub yedlerine vaz’ olundu ki lede’l-iktizâ ibrâz ve izhâr edeler.

Tahrîren Fi evâil-i Şa’bani’l-Mu’azzam Seneti Semanin ve Erba’ati ve Elfin [Şa’ban Başları Yıl 1048]

LATİN HARFLERİNE AKTARAN: MÜFİD YÜKSEL

Not: Noktalı yerler, tıpkıbasım ve fotokopinin temiz olmaması dolayısıyle, okunamayan kelimelerdir.

0 yorum:

Yorum Gönder

HAŞİYE

Hovardalık günlerimin sonunda daha fazla hayaller içerisine gömülür, pişmanlık, gözyaşları, lanetler ve sevinçlerle dolardı yüreğim. Bazı zamanlar, bu sarhoşluk ve her yanımı kuşatan mutluluk, bana kendimle alay etmeyi unuttururdu. Neredeyse damarlarımda dolaşırdı umut, inanç ve sevgi. O zamanlar dışarıdan gelecek bir mucizeyle önümdeki her şeyin ferahlayacağına, iyi, güzel ve kusursuz bir çalışma ufkunun beni beklediğine inanırdım. Yeraltından Notlar -Dostoyevski

CIRCA LUMINA

It seems to me that we must make a distinction between what is "objective" and what is "measurable" in discussing the question of physical reality, according to quantum mechanics.The state-vector of a system is, indeed, not measurable, in the sense that one cannot ascertain, by experiments performed on the system, precisely (up to proportionality) what the state is; but the state-vector does seem to be (again up to proportionality) a completely objective property of the system, being completely characterized by the results it must give to experiments that one might perform.

Roger Penrose- The Emperor's New Mind