FİL SURESİNDE GRAMATİK İNCELİKLER


Surede, tarihî bir olay âdeta beş perdeyle sahnelenmiştir. Her bir perde açıldığında muhatap, olayla ilgili yeni bir bilgi ediniyor, fakat aynı zamanda bu bilginin anahtarıyla açılan yeni bir sorunun da cevabını arıyor. Böylece surenin sonuna kadar, her ayet durağında, okuyucu hem daha önceki ayette akla gelen sorunun cevabını alıyor, hem de yepyeni bir soruyla karşılaşıyor. Gittikçe insanın merakını tahrik eden bu soru-cevaplar ile olayın harikalığına uygun, heyecanlı bir mecrada sürüp gidiyor.

Her ayette, sahnelenen olayın tasvirindeki derinliği dramatize eden kelimeler vardır. Bunlar sahnenin köşe taşlarıdır. Birinci ayette kullanılan kelime, yapmak anlamına gelen “fe-a-le” fiilidir. Bu kelime, belli bir konuyu değil, her şey için kullanılabilen genel anlamlı bir fiildir. Bundan dolayıdır ki, bu tür fiillere “el-efalu’l-amme” denir. Ayrıca, bu fiilin başına bir de işin keyfiyetini sorgulayan “keyfe” edatı getirilerek, zihinlerdeki merak bir kat daha artırılmıştır.

Büyüleyici tasvir, her ayette olayın bir kısmı tasvir edilerek gösterilmesi şeklindedir. Ayrıntılara girilmemesi, akıl ve hayalin merakını artırıp, okuyanlara olayı zihinlerinde daha canlı bir şekilde hayal etmelerini sağlamıştır.


Peygamber’in (a.s) doğumundan yaklaşık 40–50 gün önce meydana gelen ve bu açıdan onun bir mucizesi olarak kabul edilen Fil Suresinin mealini bir kez daha okuyalım:

Görmedin mi Rabbin fil sahiplerine nasıl/neler yaptı?
Onların ince tuzaklarını boşa çıkarmadı mı?
Üzerlerine, sürü sürü kuşlar [Ebabil] gönderdi.
Pişmiş çamurdan sert taşlar atıyorlar.
Ve onları, [kurtçuklar tarafından] yenmiş ekin yaprağına [benzer hale] çevirdi.
[Fil Suresi]

Fil Suresi Mekke’de inmiş, beş ayettir. Meşhur Fil vakasını hatırlatmakta, olayı çok veciz bir surette anlatmakta ve dramatik ifadelerle canlandırmaktadır. Bu tasvirle, Allah’ın tevhid simgesi olan Kâbe’ye saldırmak isteyenlerin akıbetlerini sergilemek suretiyle, insanlara, Allah’a isyan etmemeleri, O’nun hakikî tevhid dini olan İslam ve İslam Peygamberine karşı isyan etmemeleri hususunda ciddî bir uyarı yapılmıştır.

Görmedin mi?..

Bu cümle ile Fil Suresi, muhataplarına soru sorup meraklandırarak, düşünmeye sevkederek başlamıştır. Bu soru, olay karşısında duyulan hayreti ifade etmek ve onun büyük önemine dikkat çekmek içindir. Çünkü olay, Araplarca bilinen meşhur bir olaydı. Fil suresi onların bilmediği bir şeyi kendilerine anlatmak için değildi. Amaç, onlara bildikleri bir şeyi hatırlatarak, onlara bir mesaj vermekti.

Bu olayın müşriklerce bilindiğine, surenin ilk ayetinde geçen “görmedin mi?” ifadesi, “bilmez misin?” anlamıyla işaret eder. Çünkü Arapça’da, e raeyte= gördün mü?” ya da e lem tere=görmedin mi?” tabirleri, gözle görmekten ziyade akıl ve kalp gözüyle görmek, görmüş gibi inanmış olmak ve kesin bilgiye sahip olmak anlamında kullanılır.

Kartacalılar, savaş filleri ile Romalı piyadelere karşı. (Zama Savaşı-M.Ö.202)
Henri-Paul Motte, 1890
Ayrıca bu ifade, Hz.Peygamber’in (a.s) yaşadığı devirde ve bulunduğu çevrede, Fil olayının çok meşhur olup herkes tarafından yakından bilindiğini göstermektedir. Çünkü Kur’an’ın bir vahiy olduğunu kabul etmeyen müşriklerden hiçbiri, bu surenin anlattıklarına karşı bir itirazda bulunmamıştır. Bu suskunlukları ise, olayın herkesçe bilindiğinin açık göstergesidir. Bütün tepkilerini itirazlar üzerine kuran bu insanların bu konuda sergiledikleri sükût elbette ikrardan gelir.

Bir de Peygamber'in (a.s) çeşitli vesilelerle fil olayına atıflarda bulunması, bu olayın o çevrede çok iyi bildiğinin ayrı bir göstergesidir. İki örnek vermek gerekirse;

Hz.Peygamber (a.s), Hudeybiye seferine giderken, yolda Kasva adındaki devesi olduğu yerde kalır, Mekke’ye doğru yürümemeye başlar. Sahabîler, “Kasva harınlaştı/yorgunluktan çömelip kaldı.” dediklerinde, Efendimiz ise “Hayır, Kasva ne harınlaştı ve ne de onun öyle bir huyu var. Fili Mekke’ye doğru gitmekten alıkoyan, onu da alıkoymuştur.” diye buyurur. Efendimizin devesini Ebrehe ordusundaki fille karşılaştırması, bu olayın orada bulunan herkes tarafından çok iyi biliniyor olduğunu göstermektedir.

Yine Mekke’nin fethedildiği günde Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştu: “İyi bilesiniz ki, Fil sahiplerinin zorla Mekke’ye girmelerini engelleyen Allah, Peygamberine ve müminlere fetih adına oraya girmelerine izin verdi. Ancak bundan böyle kıyamete kadar, artık dün olduğu gibi tekrar eski hürmetine geri dönmüştür. Dikkat edin burada bulunanlar, bulunmayanlara bu husus mutlaka bildirsin.”

Allah, Kâbe'sine saldırmak isteyen güçleri helak ettiği gibi, Peygamberine ve davasına savaş açan güçleri de helak edeceğine bir işaretti bu ayetler.

İlk ayetin başında bulunan soru edatı, cevap bekleme amacı gütmeden, duyguyu ve anlamı güçlendirmek için sözü soru biçiminde yöneltir. Adeta bir elektrik düğmesine dokunur gibi anlam akımını surenin beş ayetine de iletmektedir. Surenin her bir ayeti manevî birer lamba hükmüne geçer. Bu akımın geçtiği her ayette bir istifham (soru) ışığı parlamaya başlar ve her ayette iki renkle olarak ortaya çıkar.

Görmedin mi?..

Birincisi: İstifham-ı Tekidî; yani bir ifadeyi pekiştirmek için sorulan sorudur. Böyle soru sormak, zihinlerin olaya yönelmesini sağlamak içindir. Ve ilk ayetinin meali şöyledir: “Resulüm! Rabbinin fil sahiplerine nasıl/neler yaptığını görmedin mi?”

Buradaki hitap Peygamber’e (a.s.) yapılmış olmakla beraber, Kur’an’ın muarızları olan müşriklere de ciddi bir uyarı niteliğindedir. Çünkü müşrikler bu olayda, Allah’ın birliğinin simgesi olan Kâbe'yi yıkmaya gelenlerin nasıl yok edildiklerini çok iyi biliyorlardı. Yüce Allah, bu olayı onlara hatırlatmakla, Kâbe'den çok daha kıymetli olan ve gerçek tevhid anlayışını ders veren Kur’an’a karşı çıkmanın, tevhidi reddetmenin kendilerine çok daha pahalıya mal olabileceği uyarısında bulunuyordu.

Onlara neler oldu?..

İkincisi: İstifham-ı takrîrî; yani, bir şeyi öğrenmek için değil, muhatabın zihninde soru ile bir kapı açmak için tercih edilen üsluptur.

Bu bağlamda her bir ayet iki manayı ifade etmektedir.

1/ İstifham-ı inkârî [inkâr edebilir misiniz?] anlamıyla tarihî bir mucize vurgulanmaktadır.

2/ Her ayette, ardından gelecek olan ayetin cevap vereceği bir soru sorulmaktadır.

Çünkü soru üslubu, söylenecek hakikate karşı zihinleri dikkatli olmaya sevk eder.

a/ Surede, tarihî bir olay âdeta beş perdeyle sahnelenmiştir. Her bir perde açıldığında muhatap, olayla ilgili yeni bir bilgi ediniyor fakat aynı zamanda bu bilginin anahtarıyla açılan yeni bir sorunun da cevabını arıyor. Böylece surenin sonuna kadar her ayet durağında, okuyucu hem daha önceki ayette akla gelen sorunun cevabını alıyor hem de yepyeni bir soruyla karşılaşıyor. Gittikçe insanın merakını tahrik eden bu soru-cevaplar ile olay, harikalığına uygun heyecanlı bir mecrada sürüp gidiyor.

b/ Fil olayının kahramanları olan Ebabil Kuşlarının (yani peşpeşe saldırıya geçen kuşların), sahneye koydukları heyecanlı maceraları, Fil Suresinde de aynı heyecanla sahneye konmuştur.

c/ Büyüleyici tasvir, her ayette olayın bir kısmı tasvir edilerek gösterilmesi şeklindedir. Ayrıntılara girilmemesi, akıl ve hayalin merakını artırıp, okuyanlara olayı zihinlerinde daha canlı bir şekilde hayal etmelerini sağlamıştır.

d/ Her ayette, sahnelenen olayın tasvirindeki derinliği dramatize eden kelimeler vardır. Bunlar sahnenin köşe taşlarıdır. Birinci ayette kullanılan kelime, 'yapmak' anlamına gelenfe-a-le fiilidir. Bu kelime, özellikle belli bir konu için değil her şey için kullanılabilen genel anlamlı bir fiildir. Bundan dolayıdır ki bu tür fiillere “el-efalu’l-amme” denir. Ayrıca bu fiilin başına bir de işin keyfiyetini sorgulayan keyfe” edatı getirilerek, zihinlerdeki merak bir kat daha artırılmıştır.

İkinci ayette kullanılan kelime, 'yapmak, kılmak' anlamına gelen ceale fiilidir. Bu fiil gelecek zaman kipi olarak kullanılmış fakat başına lem edatı getirilerek, anlamı hem olumsuz hem de geçmiş zaman kipi durumuna getirilmiştir. Cümlenin başına da istifham edatı olan hemze de konulunca tam loş bir manzara ortaya çıkmıştır. Konuya pürdikkat kesilen zihinler, mazinin o derin derelerinde nelerin olup bittiğini öğrenmek için bütün gücünü toplamaya çalışmaktadır.

Gönderilen askerler

Üçüncü ayette kullanılan kelime ise 'göndermek, salmak' anlamına gelen er-se-le fiilidir. Bu fiilin anlamı biraz daha hususi olmakla beraber yine de manasında bir kapalılık, bir genelleme vardır. Çünkü gönderme, salma eyleminin önü açık olduğundan, işin sonu net olarak görülmez. Özellikle gönderilen askerler “Ebabil kuşları” olunca, işin garipliği hayalleri daha da derinden heyecanlandırmaktadır.

İlginçtir bu üç ayette kullanılan fiillerin kapalılığı, derinliği düzenli bir sıra takip etmektedir. Yani f-a-l fiili, c-a-l den; bu da er-s-l fiilinden daha geneldir. Diğer bir ifadeyle arkadan gelen her fiil, olayın aydınlanmasına biraz daha katkı sağlamaktadır.

Dördüncü ayette kullanılan kelime ise 'bir şey atmak, fırlatmak' anlamına gelen termî fiilidir. Bu fiil diğerlerinden farklı olarak geniş zaman kipinde kullanılmıştır. Bu ise Ebabil kuşları tarafından yapılan atışın süreç içerisinde devam ettiğini göstermektedir. Bu da atış süresini belirsizleştirdiği için, surenin genel amacına hizmet etmektedir. Özellikle, ayetin sonunda atılan mermilerin, hedefine kilitlenmiş olarak ayarlanmış ve “pişmiş çamurdan işlenmiş sert taşlar” olduğunu duyunca, insan zihni ve hayali, işin birçok yönden garabet arz ettiğini görür ve meçhule doğru akıp giden harikulade bir olayla karşı karşıya olduğunu derinden derine hissetmeye başlar.

Bu ayet aslında bir önceki ayetin anlamını tamamlayan bir özelliktedir. Bu iki ayeti birden düşündüğümüzde, gönderilen kuş ordusunun üstlendiği görevin, Ebrehe ordusuna -deyim yerindeyse- güdümlü füzeler yağdırmak olduğunu anlamaya başlıyoruz. Bu son fiil, öncekilerin hepsinden daha açık, daha hususî bir anlam ifade etmektedir.

Bu dördüncü sahneyi de seyrettikten sonra insan artık işin sonuna doğru yaklaşıldığını görmeye başlar.

Bununla beraber, olayın üstündeki perdeler henüz tamamen aralanmamıştır. Ayetteki tayran kelimesinin işaret ettiği bir anda avcı hattında mevzilenmiş olan o bilinmez kuşların varlığı bir garipliği; “Ebabil” kelimesinin gösterdiği şu bilinmez kuşların takımlar halinde peşpeşe muharebe meydanına gelişi başka bir garipliği; peşpeşe atılan güdümlü gülleler ayrı bir garipliği aklın dikkatine sunmaktadır.

Beşinci ayette kullanılan kelime ise ikinci ayette kullanılan fiilin aynısıdır. Bu iki ayette aynı fiilin kullanılması, nazar-ı dikkati onların bir ortak paydaya sahip olduğu yönüne çevirmektedir. Evet, bu garip olayın dramatize edilmesini sağlamak için bu iki ayet arasında sıkı bir işbirliği söz konusudur. İkinci ayette sorulan soru bu son ayette cevabını bulmuştur.

Yine ikinci ayette: “Rabbin onların tuzaklarını hedefinden saptırmadı mı/boşa çıkarmadı mı?” mealindeki ifadeyle İlahî tarafın zaferine karşı tarafın hezimetine işaret edilmekle beraber, bunun ne şekilde meydana geldiğinden söz edilmemiştir.

Surenin şu son ayetinde, tuzaklarının boşa çıkarılmasının ne anlama geldiği hususu açığa kavuşturulmuştur:

(nihâyet) Rabbin onları (kurtçuklar tarafından) yenilmiş ekin yaprağına çevirdi.”

Kur’an bu ayeti ile sürü sürü kuşların onlara attıkları bu taşların bedenlerini nasıl paramparça ettiklerini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Daha kısa süre önce Mekke’nin yakınında dimdik ayakta duran Ebrehe ordusu artık bir anda yere yığılıp, kurtçuklar tarafından yenmiş ekine dönmüştür.
NİYAZİ BEKİ

0 yorum:

Yorum Gönder

HAŞİYE

Hovardalık günlerimin sonunda daha fazla hayaller içerisine gömülür, pişmanlık, gözyaşları, lanetler ve sevinçlerle dolardı yüreğim. Bazı zamanlar, bu sarhoşluk ve her yanımı kuşatan mutluluk, bana kendimle alay etmeyi unuttururdu. Neredeyse damarlarımda dolaşırdı umut, inanç ve sevgi. O zamanlar dışarıdan gelecek bir mucizeyle önümdeki her şeyin ferahlayacağına, iyi, güzel ve kusursuz bir çalışma ufkunun beni beklediğine inanırdım. Yeraltından Notlar -Dostoyevski

CIRCA LUMINA

It seems to me that we must make a distinction between what is "objective" and what is "measurable" in discussing the question of physical reality, according to quantum mechanics.The state-vector of a system is, indeed, not measurable, in the sense that one cannot ascertain, by experiments performed on the system, precisely (up to proportionality) what the state is; but the state-vector does seem to be (again up to proportionality) a completely objective property of the system, being completely characterized by the results it must give to experiments that one might perform.

Roger Penrose- The Emperor's New Mind