ALLAH’IN KONUŞMASI


Allah nasıl olur da Kur’an'da, "Allah’a hamd olsun! Sübhanallah!" diyor. Kendi kendine hamd ediyor? Bu tarz ifadeler, Kur’an'ın Allah’ın kelâmı olmadığını gösterir mi?


Edebiyat ve dilbilimle ilgilenen herkes bilir ki bir cümle, ya haber ya da inşâ cümlesidir. Haber cümlesi, bir durumu, bir niteliği bildiren yüklemli cümlelerdir. İnşâ cümlesi ise istek, talep, medih, umut gibi yeni bir anlamı üretmek için söylenilen cümlelerdir. İşte “el-Hamdulillah” cümlesi bu iki özelliği de hâvidir. Cümle, “Allah en mükemmel varlıktır, kemalatın, olgunluğun son zirvesindedir.” şeklindeki anlamıyla haber cümlesi ve yüklemli bir öznedir. Bunun için Kur’an'da her nerede “el-Hamdulillah” cümlesi geçmişse hemen devamında bunun gerekçesi vardır. Mesela, Fâtiha sûresinde bu cümlenin arkasından “Rabbi’l-Âlemîn” ifadesi geliyor ve diyor ki:

Bütün âlemleri birden kontrol edip terbiye etmeyen, onlara kemalat meyvesi verdiremeyen, hamd ve övgüye, güzellik ve mükemmelliğe sahip olamaz. Çünkü her şey birbirine entegre bir şekilde hareket ediyor ve her şey bütün alemlerin özü, özeti ve ürünüymüşçesine bir hal sergiliyor.


tekellüm-ü İlâhî

Kur'an meallerini okuyanların aklına genellikle; Allah nasıl olur da Kur’an'da, "Allah’a hamd olsun! Sübhanallah!" diyor. Kendi kendine hamd ediyor? Bu tarz ifadeler, Kur’an'ın Allah’ın kelâmı olmadığını gösteriyor" gibi sorular gelebiliyor. Çeşitli çevrelerden, bu tür argümanları kullanarak Kur'an'ı, vahyi, dini eleştirdiğini zannedenler de çıkmaktadır.

1/ O mealler, eksik ve yanlıştırlar. Bu tarz ifadelerin tercümeleri çok yanlış yapılmaktadır. Edebiyat ve dilbilimle ilgilenen herkes bilir ki bir cümle, ya haber ya da inşâ cümlesidir. Haber cümlesi, bir durumu, bir niteliği bildiren yüklemli cümlelerdir. İnşâ cümlesi ise istek, talep, medih, umut gibi yeni bir anlamı üretmek için söylenilen cümlelerdir. İşte “el-Hamdulillah” cümlesi bu iki özelliği de hâvidir. Cümle, “Allah en mükemmel varlıktır, kemalatın, olgunluğun son zirvesindedir.” şeklindeki anlamıyla haber cümlesi ve yüklemli bir öznedir. Bunun için Kur’an'da her nerede “el-Hamdulillah” cümlesi geçmişse hemen devamında bunun gerekçesi vardır. Mesela, Fâtiha sûresinde bu cümlenin arkasından “Rabbi’l-Âlemîn” ifadesi geliyor ve diyor ki:

Bütün âlemleri birden kontrol edip terbiye etmeyen, onlara kemalat meyvesi verdiremeyen, hamd ve övgüye, güzellik ve mükemmelliğe sahip olamaz. Çünkü her şey birbirine entegre bir şekilde hareket ediyor ve her şey bütün alemlerin özü, özeti ve ürünüymüşçesine bir hal sergiliyor.

Fâtiha sûresinde olduğu gibi Kehf, Sebe’, Fâtır, En’am sûrelerinin 1. ayetleri de aynı tarzda bu meseleyi işlemişler. Ve her biri, İlâhî büyük nimetleri gerekçeleriyle anlatıp “hamd” ın Allah’a mahsûsiyetini ifade etmiştir. Fatiha dâhil bu “Elhamdulillah” cümlesiyle başlayan surelerin tamamı da Mekkî’dir, Mekke müşriklerini tevhidî bir bakışa alıştırmak için onlara hitaben gelmiştir.

Ayrıca hâzır bir zâttan, gâibâne bir tarzda bahsetmek onun ihtişamını, büyüklüğünü zihinde canlandırdığı için bir tespit tarzı olarak bugüne dek kullanılmıştır. Bir padişahın halkına hitaben, Sizin padişahınız, devletinizin yöneticisi âdildir, kudretlidir.demesi gibi... Yani birisinden 3. kişiymişçesine bahsetmek, klasik Arap belagatında sonsuzluğu çağrıştırır. Bundan dolayı Kur’anda mutlakiyet sembolü olarak “Hüve” (O) zamiri, Allah için sık sık kullanılmıştır. [Mesela, İhlâs sûresi/1]

İşte böyle derin manaları ve tevhidî bir sistemi ezel-ebed mesafesiyle ifade eden kudsî bir cümleyi “Allah’a hamd olsun!” şeklinde kıt ve kuru bir ifadeyle çevirmek dili, edebiyatı, belagatı bilmemektir, Kur’anın bağlantılarını, söz/anlam dizgesini anlamamaktır.

“el-Hamdulillah” ile ilgili beyan ettiğimiz şeyler, “Sübhanallah” hakkında da düşünülebilir. Eğer “Sübhanallah” için bir meal verilecek ise "Allah, bütün kusur ve eksikliklerden münezzehtir." şeklinde verilmeli.

2/ Nasıl bir devletin ve bir devlet başkanının bireysel ve evrensel farklı yönleri ve hükmî kişilikleri oluyorsa, aynen onun gibi, kâinat saltanatında Allah’ın da Vâhidiyet ve Ehadiyet olarak (haysiyet ve şahsiyet gibi) ayrı ayrı kişilikleri ve dolayısıyla farklı konuşmaları olur. Kur’an Allah’ın bütün yönlerinin ve evrenin bütün özelliklerinin ifadesi olduğundan onda farklı konuşma biçimlerinin olması normaldir. Kur’an'da Vâhidiyet tarzında bir konuşmadan bahsedildiğinde arada melek gibi bir sebep olduğu için “Biz vahyettik” ifadesi kullanılırken [Mesela, Taha/68; Şuarâ/52 v.s.] Ehadiyet tarzında bir konuşma olduğunda ise aracısız bir konuşma olduğundan “Ben dedim, vahyettim” ifadesi kullanılır. [Mesela, Necm/10; Maide/111 v.s.]

Vahyin ve ilhamın, Vâhidiyet ve Ehadiyet tarzında özel ve genel olmak üzere tarzları vardır. Genel özellikteki vahiyler ve vahiy görevi gören umumî ilhamlar insanları sünnetullaha bağladıkları için onlara tâbi olmayanlar cezaya uğrarlar. Vahyin ve ilhamın özel ve genel boyutlarına göre insanların muhatabiyet derecesi ve sorumluluk miktarı farklılaşır. [bkz. S.Nursi-Şualar, 7. Şua, Vahiy ve İlham Hakikatleri bahsi]

3/ Allah’ın ilim, kudret, hikmet ve rahmet olarak farklı tecellileri ve yansımaları var. Her şey, her nesne, her olay, Allah’ın bu sıfatlarından ve esmasından birinin, somutlaşmış ifadesidir. Yani kâinat ayrı, Allah’ın Zâtı uzaklarda apayrı, ara sıra bize kızar, bizi sever şeklindeki inanç; Kur’an'a ve vahye uygun bir inanç biçimi değildir. Felsefe ve Kelam ürünü olan deistik veya teistik bir eksik anlayıştır. Bu anlayışla Kur’an da, Kitab-ı Mukaddes de anlaşılmaz. Onun için önce dil ve Âdem, sonra din ve İsa gelir.

BAHAEDDİN SAĞLAM

0 yorum:

Yorum Gönder

HAŞİYE

Hovardalık günlerimin sonunda daha fazla hayaller içerisine gömülür, pişmanlık, gözyaşları, lanetler ve sevinçlerle dolardı yüreğim. Bazı zamanlar, bu sarhoşluk ve her yanımı kuşatan mutluluk, bana kendimle alay etmeyi unuttururdu. Neredeyse damarlarımda dolaşırdı umut, inanç ve sevgi. O zamanlar dışarıdan gelecek bir mucizeyle önümdeki her şeyin ferahlayacağına, iyi, güzel ve kusursuz bir çalışma ufkunun beni beklediğine inanırdım. Yeraltından Notlar -Dostoyevski

CIRCA LUMINA

It seems to me that we must make a distinction between what is "objective" and what is "measurable" in discussing the question of physical reality, according to quantum mechanics.The state-vector of a system is, indeed, not measurable, in the sense that one cannot ascertain, by experiments performed on the system, precisely (up to proportionality) what the state is; but the state-vector does seem to be (again up to proportionality) a completely objective property of the system, being completely characterized by the results it must give to experiments that one might perform.

Roger Penrose- The Emperor's New Mind