SABETAYCILIK TARTIŞMALARI VE KİMLİK SORUNLARIMIZ


Sabetaycılık konusu, son dönemlerdeki bazı çalışmalarda Türkiye’deki nüfusun büyük bir çoğunluğunun İbranî kökenli olduğunu ileri sürecek derecede fazlasıyla abartılmakta; halkın önemli bir bölümünün gereksiz yere töhmet, zann ve şüphe altında bırakıldığı müşahede olunmaktadır.

Sabetaycı kimlik, ya da Sabetaycılık sorunu, 20. yüzyılda zaman zaman gündeme gelmiş; ancak, konuya ilişkin kitap ve makalelerin genellikle ya çok ciddi ve sağlıklı bilgiler içermediği, ya da siyasi manipülasyon içeren, abartılara çok fazlaca yer veren çalışmalar olduğu gözlemlenmektedir. Özellikle, 1950’li yıllardan sonra, genelde Milliyetçi/Muhafazakâr kesimin konuya ilişkin yayınlarının, konunun ülkemiz açısından son derece ciddiyet kesbetmiş olmasına rağmen, hiç bir ciddi bilgi ve kaynağa dayanmadığı, daha çok tepkisel ve ideolojik yorumları içerdiği gözlemlenmiştir. Bugüne kadar konuya ilişkin birkaçı hariç sadra şifa bilgi ve araştırmaya dayalı önemli bir çalışmanın pek de ortaya konulmadığı görülmektedir. Bu yüzden, abartı ve spekülasyonlara tepki olarak, bunları baz alarak gerek bazı Sabetaycı kökenli çevreler, gerekse bazı pro-semitic/pro-sabetaycı İslamcı çevreler ironik/alaycı yaklaşımlarla konunun ehemmiyetini göz ardı ettirerek, örtbas etmeye çalışmaktadırlar.
       
Oysa ki Sabetaycılık konusu ülkemizin yaklaşık iki yüzyıllık bir tarih diliminin, batılılaşma sürecinin, kimlik çatışmalarının doğru biçimde okunmasının anahtarlarından biridir. Sabetaycı kimlik, abartılmamakla birlikte, bu topraklardaki batılılaşma/modernleşme serüveninin içerideki başat kimliğidir. Bu kimlik doğru biçimde araştırılıp, okunmadığı müddetçe, bu serüvenin içerideki dinamiklerinin sağlıklı bir şekilde tesbit edilemeyeceği açıktır.

 
Yıllardır üzerinde geniş çaplı araştırmalar yaptığım Sabetaycılık konusunda bugüne kadar yazmayı, araştırmalarımı yazıya dökmeyi, konunun son derece çetrefilli ve çok geniş siyasi implikasyonları barındırması dolayısıyla, istememiştim. Buna karşın son dönemlerdeki konuya ilişkin tartışmalar beni böyle bir zorunluluğa yöneltti. “Meşhur Meçhul” konumunda olup, ülkemizin başlıca sorunlarından biri olan, Sabetaycı kimlik, ya da Sabetaycılık sorunu, 20. yüzyılda zaman zaman gündeme gelmiş, yüzyıl başında “ Dönmeler”, “ Dönmelerin Hakikati” gibi eserlerle tartışılan konu, zaman zaman Sabetaycı cemaat içerisinde bulunmuş olup, itiraflarda bulunan kimseler vesilesiyle de gündeme damgasını vurmuştur. Bunun ilk örneği 1924’teki Karakaşzâde Mehmed Rüşdü Bey olayıdır. Son dönemlerde ise Sayın Ilgaz Zorlu’nun “Evet, Ben Selanikliyim” kitabı, Prof. Yalçın Küçük’ün “Tekelistan, Tekeliyet” adlı eserleriyle ve en son Soner Yalçın’ın “Efendi” kitabıyla gündemin en üst sıralarında yerini almıştır.

Ancak, konuya ilişkin kitap ve makalelerde genellikle, Sabetaycı cemaat içinden olanları ve yabancı kaynaklı olanları hariç, ya çok ciddi ve sağlıklı bilgiler içermediği, ya da siyasi manipülasyon içeren, abartılara çok fazlaca yer veren çalışmalar olduğu gözlemlenmektedir. Özellikle, 50’li yıllardan sonra, genelde Milliyetçi/Muhafazakâr kesimin konuya ilişkin yayınlarında, konunun ülkemiz açısından son derece ciddiyet kesbetmiş olmasına rağmen, hiç bir ciddi bilgi ve kaynağa dayanmadığı, daha çok tepkisel ve ideolojik yorumları içerdiği gözlemlenmiştir. Bugüne kadar konuya ilişkin birkaçı hariç sadra şifa bilgi ve araştırmaya dayalı önemli bir çalışmanın pek de ortaya konulmadığı görülmektedir. Veya son dönemlerdeki bazı çalışmalarda Türkiye’deki nüfusun büyük bir çoğunluğunun İbranî kökenli olduğunu ileri sürecek derecede konunun fazlasıyla abartıldığı, halkın önemli bir bölümünün gereksiz yere töhmet, zann ve şüphe altında bırakıldığı müşahede olunmaktadır. Bu yüzden, abartı ve spekülasyonlara tepki olarak, bunları baz alarak gerek bazı Sabetaycı kökenli çevreler, gerekse bazı pro-semitic/pro-sabetaycı İslamcı çevreler ironik/alaycı yaklaşımlarla konunun ehemmiyetini göz ardı ettirerek, örtbas etmeye çalışmaktadırlar.

Gershom Scholem’in “Sabbatai Sevi, The Mystical Messiah” adlı 1000 sahifelik hacimli eseri [Princeton University Press, USA. 1973, 1975, 1989], Prof Avram (Abraham) Galante’nin “Sabetay Sevi Ve Sabetaycıların Gelenekleri” adıyla tercüme edilen Fransızca çalışması [Zvi-Geyik Yayınları, 2000, İstanbul], John Freely’in “ Kayıp Mesih” başlığıyla tercüme edilen çalışması [Türkçe Tercümesi: Remzi Kitabevi, 2004, İstanbul], Ilgaz Zorlu’nun “Evet, Ben Selanikliyim” kitabı [Zvi-Geyik Yayınları, 8. Baskı, İstanbul], İbrahîm Alaettin Gövsa’nın “Sabatay Sevi” kitabı konuyla ilgili yapılmış önemli çalışmaların başlıcalarıdır.  

Sabetaycılık konusu ülkemizin yaklaşık iki yüzyıllık bir tarih diliminin, batılılaşma sürecinin, kimlik çatışmalarının doğru biçimde okunmasının anahtarlarından biridir. Sabetaycı kimlik, abartılmamakla birlikte, bu topraklardaki batılılaşma/modernleşme serüveninin içerideki başat kimliğidir. Bu kimlik doğru biçimde araştırılıp, okunmadığı müddetçe, bu serüvenin içerideki dinamiklerinin sağlıklı bir şekilde tesbit edilemeyeceği açıktır.

Tarihsel arka plan 

Bu makalede, İzmirli Haham Sabetay Sevi’nin (1626–1676) Kabbala’dan etkilenerek 1666’da Musevilerin/Yahudilerin beklenen “Mesih” i olduğu iddiasıyla ortaya çıkıp, Yahudi/Musevi toplumu içinde çalkantıların oluşmasına neden olduğu zamandan başlayan Sabetaycılık serüveninin tarihini uzun uzadıya anlatmayacağız. Zira, konu ciltler dolusu çalışma ve eserlerin yazılmasını gerektirmektedir. Ancak, şu şekilde uzun bir özet yazabiliriz. 

Sabetay Sevi’nin 1666’da Mistik/Kabbalistik bir yorumla İzmir’de mesihliğini ilân ederek, yakında mesih olarak Yahudileri tekrar Filistin’e, kutsal topraklara döndürüp, Kutsal Dünya Yahudi krallığını kuracağını vadetmesi, zâten birçok Hıristiyan Avrupa ülkesinde zor koşullarda ve Katolik kilisesinin baskısı altında olan Yahudiler arasında büyük yankı uyandırır, hatta en rahat biçimde yaşayan Osmanlı Yahudileri arasında da aynı yankı ve heyecanı uyandırır. Yahudi toplumu bu Mesih hareketiyle çalkalanır. Çoğu bu umutla, Sabetay Sevi’nin yanına koşar.


Bu durum, Orthodox/Rabbinical yahudileri ve hahamlarını oldukça rahatsız eder, bu Mesiyanik hareket Orthodox hahamlar tarafından sapkın ve heretic olarak ilân edilir. Özellikle, İstanbul, İzmir ve Manisa’daki Yahudi hahamları Sabetay’a karşı cephe alır. İlk önceleri, Yahudi toplumu içerisindeki bu olaya müdahale etmemeyi öngören Osmanlı idaresi, sonradan, özellikle bazı etkili Yahudi haham ve bankerlerin etkisiyle konuya eğilir ve Sabetay tevkif edilir. Önce Gelibolu’da kal’abendliğe tabi tutulan Sabetay daha sonra olayların durulmaması üzerine Sadrazam Köprülülü Fazıl Ahmed Paşa’nın emriyle Edirne Sarayı’na getirtilerek Padişah IV. Avcı Mehmed’in huzuruna çıkarılır. Ve burada kurulan bir ulema divânında muhakemeye tabi tutulur. Ulemadan, Şeyhülislâm Minkarîzâde Yahya Efendi (vefatı:1678) ve İmâm-ı Sultânî meşhur Vânî (Vanlı) Mehmed Efendinin başında bulunduğu bu heyetin muhakemesini padişah da özel bölmesinden seyreder. Bu sırada, Türkçe konuşamayan Sabetay’ın tercümanlığını musevilikten dönme olan Hekimbaşı Hayyâtîzâde Mustafa Fevzi Efendi (Asıl adı Moses Ben Raphael Abrabanel’dir) yapar. Sabetay Sevi’den iddia ettiği gibi mucizelerini göstermesi istenir. Aksi takdirde, aksi takdirde vücudunun en mahir okçulara nişan hedefi yapılacağı kesin bir dille söylenir. Hayatının tehlikeye girdiğini farkeden Sabetay, bu sefer iddialarını inkâr eder, asla mesihlik iddiasında bulunmadığını, kendisinin bu konuda iftiraya uğradığını ifade eder. Ancak, ulema ve padişah bu cevaptan tatmin olmaz. Bunun üzerine Hekimbaşı Hayyâtîzâde (Terzizâde) Mustafa Fevzî Efendi, Sabetay’a Müslüman olma teklifini götürür. Sabetay önce bunu kabule yanaşmaz. Ancak, Musevi Dönme’si olan Hekimbaşı, ona bunu kabul etmediği takdirde türlü, türlü işkencelerle öldürüleceğini Ladino diliyle uzunca anlatır. Başka bir şekilde canını kurtamayacağını anlayan Sabetay Sevî zahirî olarak müslüman olmayı kabul eder ve ardından, diliyle kenisine söylenen kelime-i şehâdeti tekrarlar.


Sadece zahirî olarak müslümanlığı kabul eden Sabetay bunun üzerine hamama gönderilerek gusül abdesti aldırılır ve müslüman kisvesi giydirilir. Ve kendisine yevmi 150 kuruş maaşla Edirne sarayında Kapıcıbaşı-çavuşluk rütbesi verilir. Adı da Mehmed Efendi olarak değiştirilir.
 
O dönemde Yahudi topluluğunun önemli bir bölümü için kurtarıcı Mesih olarak görülen Sabetay Sevi’nin birdenbire görünürde de olsa, müslüman oluvermesi, Mesihliğini ilanı kadar yankı uyandırıp şok etkisi yapar. Mesihliğine inanarak ona umut bağlayan yahudilerin büyük bölümü ilk şok ve şaşkınlıkları üzerlerinden attıktan sonra onu lanetleyerek tekrar orthodox yahudiliğe dönüş yaparlar. Hahamlar başta olmak üzere ona inanmamış olan Yahudiler ise onun bu durumundan rahatlama hissederler. Böylece Yahudilik içindeki fitne ve bölünmenin sona erdiği kanaatine sahip olurlar. Bu şekilde, Osmanlı sarayının Sabetay’ı müslüman ederek Yahudiliği, bölünme ve perişanlığa sürüklenmekten kurtardığını ifade ederek teşekkür ediyorlardı. Sabetay Sevi’nin zâhiren müslüman oluvermesi ile sona eren Yahudilik içindeki bu sorun ve tartışma, daha doğrusu, fitne zamanla Osmanlı-İslâm toplumu içine taşınmış oluyordu. Ancak, ona inananların bir bölümü, başta daha önce onun mesihliğini her tarafa yaymaya çalışan kohen Gazzeli Nathan olmak üzere inanmaya devam ederler. Olayı kabbalistik yorumlarla tevil ederler. Onun büyük bir hikmete binaen zahiren müslüman olduğunu, mesihliğinin bir gereği olduğu yorumunda bulunurlar ve bu yorumlarına diğerlerini inandırmaya çalışırlar. Bu şekilde Sabetay’a inanmaya devam eden Yahudiler, mesihliğinin kendi yorumlarınca hikmetine binaen, onun yolunda giderek zahiren müslümanlığı kabul etmeye başlarlar. Hatta Sabetay’ın Edirne sarayındaki konumunu Hz. Musa (AS.)’nın Fir’avun’un Mısır Sarayında yetişmesi durumuna benzeten yorumlar sergilerler. Sabetay’a bağlı museviler çeşitli bölgelerden Edirne’ye gelerek sarık ve cübbe giyip müslüman kisvesine bürünürler, Polonyalı karısı Sara da bu kervana katılır. Sara, Fatma adını alır. Bunlar mü’minler anlamına gelen İbranice Ma’min adını alırlar. Bu şekilde Sabetay’ın taraftarlarının peyderpey zahiren müslüman olmaları, Saray nezdinde Sabetay’ı bir ihtida hareketi önderi konumuna getirmişti. Hatta Sabetay’ın sinagoglara giderek diğer Yahudileri de İslam’a çekmesi teşvik edilir. Ancak, Sabetay’ın orthodox Yahudiler arasında artık etkili olmadığı görülür. Önce Edirne ve Selânik’te yeni müslüman kisvesi ile dolaşan Sabetay sonra üç yıl İstanbul’da bulunur.

Zahirdeki bu müslümanlaşma furyasına karşın, Sabetay taraftarlarıyla birlikte gizlice kendi kabbalistik/Mesiyanik yorumu ile Musevî ayin ve toplantılarını sürdürmeye devam eder. Hatta bu durumu Sadrazam Fazıl Ahmed Paşa’ya ihbar edilir. Bunun üzerine Sadrazam adamlarını gizlice gönderir. Sadrazamın adamları, Sabetay’ı kendisine bağlı bazı Yahudilerle birlikte, Boğaziçi’nde-Kuruçeşme’de ayîn yapıp mezâmir okurken yakalarlar. Bu duruma Sadrazam çok içerler. Sadrazam’ın yanısıra orthodox yahudiler de olaydan rahatsızlık duyup, Sadrazam’ın onu İstanbul’dan sürgün etmesine çalışırlar. Bunun üzerine Sabetay ailesi ile birlikte Arnavutluk-Berat’a sürgüne gönderilir. Sabetay burada iken de küçük bir cemaatle faaliyetlerini sürdürür. Burada beş yıl yaşadıktan sonra ölür. Avram Galanté’ye göre Berat’ta müslümanlar tarafından, şehrin içinden geçen ırmağın kıyısında toprağa verilir. Sabetay’ın ölüm tarihi kaynaklarda çelişkili olarak verilir. Bu çelişki, sabetaycı cemaatin mesihleri Sabetay’ın ölmediğine inanmalarından kaynaklanmıştır. Avram Galanté, sabetay’ın 30 Eylül 1675’te bir Yom Kippur (Keffaret Günü) bayramında öldüğünü kaydetmekte, Gershom Scholem ise, Sabetay’ın kaleminden çıktığını belirttiği bazı mektuplardan yola çıkarak bir çok farklı tartışmaları da kaydettikten sonra 1676 tarihini vermektedir. Gershom Scholem, Sabetay Sevi’nin Ağustos 1676 tarihinde, Eylül ayındaki Yom Kippur bayramı dolayısıyle Berat’taki yahudi cemaatine yazdığı mektubun tıpkıbasımını yayınlamıştır. Sabetay Sevi’nin Yom Kippur bayramında okunmak üzere cemaatten bir dua kitabı talep ettiği mektubun aslı, Kudüs’teki Ben-Zvi Enstitüsündedir. [bkz. Abraham Galanté, Nouveaux Documents Sur Sabbetai Sevi: Organisation et us et coutumes de ses adeptes. Fratelli Haim Kğıtçılık ve Basımevi, Istanbul, 1935; Sabetay Sevi Ve Sabetaycıların Gelenekleri, Zvi-Geyik Yayınları, İstanbul, 2000. pp. 57-59 ve G. Scholem, Sabbatai Sevi, pp. 898-899, 918-922]

Sabetaya inananlar mesihlerinin ölümüne inanmazlar, onun göğe yükselmiş olup, yeniden geleceğine dair inançlarını sürdürürler. Hala inançlı Sabetaycılar, belli zamanlarda deniz ve ırmak kenarlarına gelerek “Sabetay Sevi Seni bekliyoruz” diye bağırma geleneğini sürdürmektedirler.
“Kayıp Mesih” kitabının yazarı John Freely bu kitabı yazdıktan sonra bazı Sabetaycılardan hala Sabetay’ın mesih olduğuna inandıklarını ifade eden mesajlar aldığını belirtmiştir. [bkz. Milliyet Gazetesi, 5 Ocak 2003 tarihli Pazar ekinde yar alan, Ahmet Tulgar tarafından, John Freely ile yapılmış bir röportaj]                               

Sabetay Sevi, İstanbul ve Berat’ta bulunduğu yıllarda Sabetaycı inancın kurallarını belirler. Kendi Mesihliğine olan inancı yaymaya devam eder ve Müslüman kisvesi altında kabbalist-mesihçi yorumla inançlarını ne şekilde sürdüreceklerinin de kural ve kaidelerini tesbit eder. Hatta Tevrat’taki On Emir’e nazire olarak. On Sekiz Emri kaleme alır. Bu Onsekiz Emir’in İbranice metni 1910 yılında, Rabbi Abraham Danon tarafından Paris’te basılan, “Etudes Sabbatiennes” adlı eserinde yayınlanır. [Abraham Danon, Etudes Sabbatiennes, Paris, 1910] Aynı metin daha sonra, Avram Galanté’nin kitabında da Ladino ve Fransızca tercümesi ile beraber yayınlanır. [Galanté, a.g.e, 61–67]

On Sekiz Emri içeren metin şu şekilde kaydedilmiştir: 

“ İşte Efendimiz, Kral ve Mesihimiz Sabetay Sevi’nin On Sekiz Emr’i bunlardır. Şan ve Şerefi Artsın,
1. Yaratıcının birliğine ve ondan başka bir hâlik bulunmadığına dair olan iman muhafaza edilecek. Bir ve eşsiz olan yaratıcının dışında hiçbir âmir ve hakime sena ve övgüde bulunulmayacak.
2. Onun Mesih’inin gerçek Mesih olduğuna ve ondan başka kurtarıcı bulunmadığına ve Efendimiz, kralımız Sabetay Sevi’nin Davud’un neslinden geldiğine iman edilecek. Şerefi bol olsun.
3. Ne Tanrının, ne de Mesih’in adına yalan yere yemin edilmeyecek. Zira, Mesih’in adı da Tanrı’dan alınmıştır. Tanrı’nın adı onda mündemiçtir.
4. Gerek Tanrı’nın, gerekse Mesih’in adının geçtiği yerlerde tazim ve saygı gösterilecek Yine bilgisi ile akranları arasında temayüz edenlere de tazim ve saygı gösterilecek.
5. Mesih’in sırrını anlatmak ve araştırmak için meclisten meclise, toplantıdan, toplantıya gidilecektir.
6. Onlar (Sabetaycılar) arasında katiller bulunmayacak. Hatta, kendilerinden nefret eden başka topluluk mensuplarından kimse de öldürülmesin.
7. Kislev ayının ( Musevi yılının dokuzuncu ayı) 16’ncı günü herkes bir ev veya mekânda toplanarak Mesih hakkında ve Mesih inancının sırrı hakkında işittiklerini birbirlerine anlatacaklar.
8. Cemaatin arasında zina hüküm sürmesin. Beriâ vesilesinde bile hilekârlardan dolayı ihtiyatlı bulunulacaktır.
9. Yalancı şahitlikte bulunulmayacak ve kendi yakınına karşı yalan söylenmeyecek, birbirlerini hatta ma’min olmayanları bile ihbar etmeyeceksin.
10. Hiç kimse sarık imanına (yani cemaate mahsus olan Zahiri müslümanlığa) zorla sokulmasın. Hatta inansa bile.. Zira cidâl üstadlarının zümresine (Cemaatin Oganları) mensup olanlar oraya ancak kendiliklerinden ve kendi gönülleri ve iradelerinin sevkiyle girerler.
11. Aralarnda kıskançlar, ihtiraslılar ve kendilerine ait olmayan şeylere karşı arzu ve hırs gösterenler bulunmasın.
12. Kislev ayının 16’sındaki bayram büyük bir sevinç ile ilan edilip kutlanacak. (Bu Sabetay’ın Edirne Sarayında müslüman edilip sünnet edildiği Rebi’ulevvel’in 16. günüdür.)
13. Birbirine karşı iyiliksever ve merhametli davranılcak. Ve kendisine yakın olanın arzusu kendi arzusuymuş gibi gayret gösterilecek.
14. Davud’un Mezâmir’i her gün gizlice okunacak.
15. Her ay, kamer’in doğuşu izlenecek ve Ayı’n yüzünü Güneş’e çevirmesi ve Ay’la Güneş’in karşı karşıya gelip bakışmaları için duâ edilecek.
16. Müslümanların âdetlerine onların gözlerini boyamak için dikkat edilecek. Ramazan orucunu tatbik için sıkıntı gösterilmeyecek, kurban içinde aynı şey yapılacak. Zahirde gözüken herşey yerine getirilecek.
17. Onlarla (Müslümanlarla) evlilik akdi yapılmayacak, nikâhlanılmayacak.
18. Oğulların sünnet edilmesine itina gösterilecek. Bu, mukaddes ve seçilmiş Milletten hayasızlığı kaldırmak içindir.

Emrettiğim On Sekiz madde budur. Bunlardan bazıları “ Beriâ” (Yaratılış) kanununa âittir. Bunun böyle oluşu, henüz İsrailoğullarının şeytandan ve taraftarlarından intikam almaya müsait olacak güce erişmemiş olmasından kaynaklanmaktadır. Güç elde edilip o tarih geldiğinde herkes ve herşey eşit olacak. Hiçbir emir, günah ve sevap kalmayacak. Küçük büyük herkes beni tanıyacak. Bana inanan (Ma’min) kimselere şunu da haber vereyim: Beriâ (Yaratılış) ile Asiluth’a itina göstersinler. Keşif ve ilham zamanına kadar ondan hiçbir şey eksiltmesinler. Onlar o zaman hayat ağacının altına girecekler. Ve hepsi birer melek olacaklar. İlâhî ve Ezelî irade bir an evvel tecelli etsin. Âmin. “
[G. Scholem, a.g.e, 55, 294, 552; İ. Alaettin Gövsa, Sabatay Sevi, 59-62]

Sabetay Sevi bu On Sekiz Emr’in yanısıra, başta 22 Mart’taki Kuzu Bayramı olmak üzere 16 ayrı bayram ihdas eder.
Sabetay Sevi, kısa bir süre sonra karısı Sarah’ın ölümünün ardından, Selanikli Yoheved adlı bir yahudi kadınla evlenir. Bu kadına Müslüman adı olarak Aişe adı verilir. Kayınpederi Yossef Pilosof, Abdülgafur adını, kayınbirâderi Yossef Kerido da Abdullah Yakup adını alır. Sabetay’ın ölümünden sonra onun mesihliğine inanan ve onun yolunda giderek zahiren müslüman olan ma’minler daha çok Selânik’te toplanırlar. Ancak onların önemli bir bölümü İzmir, Manisa ve Aydın civarına yerleşir.



Önceleri, kayınbiraderi Yakub’un liderliği yürütmeye çalıştığı cemaatte anlaşmazlıklar, bölünmeler husule gelir. Sabetay’ın Berat’ta ölümü üzerine Kayınpederi Abdülgafur oğulları ile Selanik’e gelir. Cemaatin ileri gelenlerinin bir bölümü Yakup Kerido’nun cemaatin başına geçmesini ister. Ve bu doğrultuda Cemaatin idaresini eline alır. Ancak koyduğu bazı yeni kurallar, bir kısım cemaat üyelerini rahasız eder. Özellikle, zahirde müslüman gözükmek için Hacc dâhil her türlü dini vecibenin yerine getirilmesi gerektiğini savunur. Buna Sofyalı Mustafa Çelebi’nin başını çektiği bir grup karşı çıkar. Bunlar Sabetay’ın öğretilerinde değişikliğin olamayacağını ileri sürerler. Yaklaşık 200 Sabetaycı ailenin önemli bir bölümü Mustafa Çelebî’nin saflarında yer alır. 1690 yılında Selanik’te Yakub’un evinde yapılan toplantı sırasında oluşan bir anlaşmazlık üzerine, Mustafa Çelebî’nin ayağa kalkarak “ Beni seven arkamdan gelsin” demesinin ardından bu bölünme fiilen gerçekleşir. 43 Aile Yakub’a sadık kalır. Bunlara artık Yakubîler adı verilecekti. Diğerleri ayrılır. Yakup Kerido yeni koyduğu prensipleri sıkı sıkıya uygulamak için Mustafa adlı bir bağlısıyla beraber Hacc’a bile gider Hacc yolculuğu esnasında Mekke-i Mükerreme ile Medine-i Münevvere arasında bir mevkide azgın bir devenin saldırısına uğrar. Bu devenin ayakları altında can verir. Kendisi Hicaz’da terk-i hayat eder ancak, arkadaşı Mustafa Hacı olarak Selanik’e döner. Yerine, nesli olmadığı için Hacc arkadaşı Hacı Mustafa bu grubun başına geçirilir.

Yakub Kerido’ya karşı gelerek cemaati bölen Sofyalı Mustafa Çelebî, Karakaşlar olarak adlandırılacak olan grubu kurmuş olur. Yakub’un grubundan ayrıldıktan 12 yıl sonra, 1702 yılında yeni reenkarnasyonu (reincarnation) içeren mistik yorumlara girişir. Mustafa Çelebi bu tarihte, Sabetay Sevi’nin ruhunun kendi taraftarlarından Abdurrahman adlı bir Sabetaycı’nın oğlu Osman’da tekrar tecessüm ettiğini iddia eder. Sözde Sabetay’ın ruhu bu çocuğa geçmişti. Bu şekilde Mustafa Çelebî, Osman’ı Sabetay’ın halefi olarak ilan eder. Sonra da 1716 yılında o sırada 40 yaşında olan Osman’ı Mesih olarak ilan eder. Bu durum Karakaş cemaati içinde tartışmalara neden olur. Cemaat içinden İbrahim Ağa adlı biri buna karşı çıkarak, Osman Ağa’nın Sabetay’ın temsilcisi olabileceğini, ancak Mesih olamayacağını söyler. Cemaat içinde ayrılıklar büyür. Ancak on yıl sonra 1726’da Osman Ağa ölür. Yerine oğlu Abdurrahman geçer. Ancak İbrahim Ağa bu gruptan kendi taraftarlarıyla birlikte tümden koparak, Kapancılar olarak nitelendirecek olan grubu kurar. İbrahim Ağa, Sabetay’ın öğretilerinin Sabetay’ın hayatta olduğu dönemlerdeki şekliyle korunmasını öngören fikirler ileri sürüp, bu yönde kurallar vaz’eder.

Uzun süre, Müslümanlarla ihtilat etmeden, gerek Selanik’te gerekse İzmir ve Manisa çevresinde daha çok izole bir hayat sürerler. Her ne kadar Yakubiler, müslümanlarla ihtilatı bir şekilde ön görse de bu pek fazla gerçekleşmez. Sabetaycılar, 18. yüzyılda gerek ticari, gerekse siyasi alanda ciddi bir varlık gösteremezler. Yalnız Selanik ve İzmir limanlarında ticaret dolayısıyla, yabancı tüccarlarla zaman zaman irtibata geçerler.

Ancak 19. yüzyılın başlarından itibaren, adı geçen liman kentlerinde yabancı tüccar ve misyonlarla irtibatlarının artmasıyla, yabancılara ve Batı’ya açılmaya başlarlar. Ticari hayatta atılımlar gerçekleştiriler. Ticari sahada Rum ve Ermenilere rakip olacak hale gelirler. Kapitülasyonlar dolayısıyla yabancılarla artan irtibatları zamanla eğitim konusunda da Batı’ya açılma eğilimi gösterirler. Tanzimât sonrasında mektep ve medreselerde yer alırlar. Ayrıca bu süre içinde Osmanlı Rumelisinin birçok yerine dağılıp yerleşirler. Bulgaristan, Bosna, Arnavutluk, Teselya, Tırhala, Mora, Girit, Sakız, Drama, Edirne gibi yerlerde Sabetaycı aileler oluşur. Hata bir bölümü Balıkesir’in bazı kazalarına yerleşirler. Zamanla müslüman ailelerle daha sıkı ilişkilere girerler.


Özellikle, Bektaşilik, Mevlevîlik, Melamilik gibi tarikatlar içerisinde yer almaya başlarlar. Bunun ilk örnekleri, Üçüncü devre Melâmîliğinin kurucusu Şeyh Seyyid Muhammed Nûr El-Arabî’nin Mısır’da Ezher’de tahsilini tamamlamasının ardından Rumeli’de Yanya’ya göç etmesinden sonra görülmüştür.


Seyyid el-Hacc Muhammed Nûr el-Arabî, aslen Kudüslü Seyyid İbrahîm’in oğlu olup, 1228 Hicri tarihinde Mısır’da Mahalletu’l-Kübra kasabasında doğmuştur. Ezher’de tahsilini tamamlamış ve Nakşibendî tarikatına girmiştir. Sonradan, Bugün Yunanistan’ın Arnavut bölgesinde kalan Yanya şehrine göçmüştür. Nakşibendî-Müceddidîliğin, Melâmiyye kolunu kurmuştur. Bunun dışında Muhammed Nûr El-’Arabî, Halvetî Şa’bânî, Ekberî ve Uveysî silsilesine de sahip olmuştur. 19. yüzyılda Melamîliği tekrar canlandırmıştır. Birçok ünlü halifesi vardır. Fatih türbedârı ’Amiş Efendi, Tibyânu’l-Vesâil sahibi Harîrîzâde Kemaleddîn Efendi bunlar meyanındadır. Yanya’dan sonra Selânîk ve Üsküp’te ikâmet eden Muhammed Nûr el-’Arabî son olarak Ustrumca’da ikamet etmiş ve 29 Cemaziyelahir 1305 tarihinde burada vefat ederek, vefat ettiği odada gömülmüştür. Tasavvufta, Melâmet ve Vahdet-i Vücud ekolüne bağlı olan, Nûr El-’Arabî Hazretleri 17’si Arapça, diğerleri Türkçe olmak üzere 55 civarında eser kaleme almıştır. Buna karşın, Selanik ve Üsküp’te kendisine intisap edenlerin önemli bir bölümü Sabetaycı kökenliydi. Bunlar arasında, Ali Örfî, Usturumcalı Hacı Süleyman Bey, Selanikli Osman Zevkî Bey önde gelenlerdendi. Şeyh Muhammed Nûr El-’Arabî’nin vefatından sonraları, Rumeli ve İstanbul’da Melâmilik genellikle Sabetaycıların kontrolünde bulunmuştur. Hatta Üçüncü devre Melâmiliğine ait dergâhların bazıları, aynı zamanda gizli Sabetaycı sinagogları olarak faaliyet göstermekteydi. Halen de İstanbul ve İzmir’de az sayıdaki Melâmîlerin çoğunluğu Sabetaycı kökenlilerden oluşmaktadır. [Seyyid Muhammed Nûru’l-’Arabî ile ilgili olarak, ayrıca bkz. Abdülbâkî Gölpınarlı, Melâmilik Ve Melâmiler, Devlet Matbaası, İstanbul 1931, Tıpkıbasım, Pan Yayıncılık, İstanbul 1992.; Sâdık Vicdânî, Tarikatler ve Silsileleri (Tomâr-ı Turûk-ı ’Aliyye), Haz. İrfan Gündüz, Enderun Kitabevi; İstanbul, 1995. ]

Üçüncü devre Melâmîliğinin yanısıra, Sabetaycı kökenliler, 19.yüzyıldan itibaren Mevlevîlik, Bektâşîlik ve Celvetîlik gibi tarikatlarda yoğun bir şekilde yer almışlardır. Mevlevî tarikatındaki bunun ilk önemli örneği, Selânikli Mevlevî Es’ad Dede’dir. Hüseyin Vassâf, Mehmed Es’ad Dede ile ilgili yazmış olduğu ancak basılmamış halde kalan "Es’adnâme" adlı eserinde, Esad Dedenin hayatını anlatırken şu şekilde bir başlangıç yapar:

"Arif-i esrar-ı Mesnevî Mehmed Es’ad Dede, Selanik tüccarından ve avdetî(Dönme)lerden Receb Efendi’nin sulbünden 1259 Hicri, 1258 Rumî (Milâdi 1843) tarihinde dünyaya gelmiştir. Mahall-i vilâdeti Selânîk’te Kadı Abdullah Efendi mahallesidir.
Hususi muallimden tahsil-i ilme başlayıp, henüz sinn-i büluğa vâsıl olmadığı bir çağda iken âlem-i menâm (Rüyâ) da görür ki, bir kuyuya düşmüş; Server-i âlem (SAV) Efendimiz Hazretleri şeref-zâhir olup mübârek yed-i saâdet-münevverlerini uzatıp Cenâb-ı Es’ad’ı kurtarmıştır.
İşte bu neş’e onun hâlini diger-gûn etmiş, mertebe-i celîle-i İslâmiyyet’de sâhib-i makâm ve nâil-i merâm olmasına sebeb-i lutf-i İlâhî olmuştur." 
[Hüseyin Vassâf, Es’adnâme, Shf. 3  Es’adnâme’nin müellif hattıyla olan yegâne yazma nüshası, Süleymaniye Kütüphanesi, Yazma Bağışlar Bölümü No: 2324/2 ’de bulunmaktadır.]


Hüseyin Vassâf’a göre İslâm’a bu rüya sonucunda iyice ısınıp bağlanan, Mehmed Es’ad önce Selanik’te bazı hocalarda tahsil görür. Selanik Vilayet kaleminde bir süre çalışır. O sırada Selanik’te Bedeviyye tarikatı şeyhlerinden Şeyh Osman Efendi diye birisine bağlanır. Sonra da İstanbul’a gelerek medreselere girer uzun zaman medrese tahsili görür. Kısa zamanda zekâsıyla temayüz eder. Birçok kitap okuyup, toplar geniş bir kütüphane kurar. Çeşitli dini ilim dallarında icazetler alır. Ders okutmaya başlar birçok talebesi olur. Fatih’teki Tahir Ağa tekkesi, Yenikapı Mevlevihânesi ve Kasımpaşa Mevlevihanelerinde bulunur. Buralarda Mesnevi dersleri okutur. Altı kez Hacc ve Umre yapar. Birçok kimseye icazet verir. İcazet verdikleri arasında, Es’adnâme kitabının müellifi Hüseyin Vassâf, Tahiru’l-Mevlevî , Şeyh Muhammed Zâhid El-Kevseri gibi ulema ve meşâyihten ünlü kimseler vardır. 

Tahir Olgun(Tahiru’l-Mevlevî), Yenikapı Mevlevihânesi’nin ünlü Mesnevihanlarından olup, bir çok eser telif etmiştir. Şapka kanunununun ardından, İstklâl mahkemesinde, İskilipli Atıf Hoca ile birlikte yargılanmıştır. Birçok eseri yayınlanmış olan Tahiru’l-Mevlevî 1951 tarihinde İstanbul’da vefat etmiştir. Mezarı Eyüp’te Kırkmerdivenlerdedir.

Mehmed Es’ad Efendi 12 Şa’bân 1329/11 Ağustos 1914 tarihinde Pazartesi günü vefat etmiş olup, Kasımpaşa Mevlevihanesi mezarlığına defnedilmiştir. Ancak, mezarı Mevlevihanedeki diğer mezarlar gibi tekkelerin kapatılmasının ardından 1926’da kaldırılmış, mezarı Fatih’te Âşık Paşa mahallesindeki Tahir Ağa tekkesinin haziresinde, Salahaddin Uşşakî’nin ayakucuna nakledilmiştir. Halen mevcut olan ve demir parmaklıkla çevrili mezarın demir çerçeve içindeki mermer kitâbesini şu şekilde okuduk. Kitabe Hüseyin Vassâf’a aittir:

Huve’l-Hayyu’l-Bâkî
Mesnevî-Hân, kenz-i esrâr u hikem Es’ad Dede
Âlem-i devrânda dervîş-i hümâ-pervâz idi
Feyz-i nutkun ahz edenler, dediler tarîhini
Gitdi sû-yi lâmekâna, nâsih-i mümtâz idi
Mesnevî-Hân-ı şehîr Mehmed Es’ad Dede Efendi hazretlerinin ruh-ı pür-fütuhları için Fatiha
12 Şa’bân Sene 1329 Yevmu’l-İsneyn 25 Temmuz Sene 1327

Mevlevî Es’ad Dede’nin bir kısmı Arapça ve Farsça olmak üzere 16 eseri vardır. Farsça gramerle alakalı olarak " Numune-i Kavâid-i Farsi" adlı bir eseri basılmıştır. Vakfettiği yazma eserlerin 700 cilde yakını bugün Beyazıt Devlet kütüphanesindendir. Günümüzdeki ünlü Sabetaycı Bezmenler ailesi bu zâtın neslinden gelmektedir. [Mehmed Es’ad Dede ile ilgili olarak ayrıca bkz. Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, Cilt. 1. Hazırlayanlar: Dr. Mehmet Akkuş, Dr. Ali Yılmaz, Seha Neşriyat, İstanbul 1990, Shf. 329-332; Sadık Albayrak, Son Devir Osmanlı Uleması, IBB, Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınları, İstanbul, 1996. Shf.131-132; Nicholas P. Stavroulakis, Salonika, Jews And Dervishes, Talos Press Athens, 1993, pp. 72; Mehmed Ali Gökaçtı, Selânik Mevlevihanesi, Toplum Ve Tarih, Cilt.34, Sayı. 201, Eylül 2000, Shf.54]        


Mevlevîlik’teki ikinci önemli Sabetaycı da Selanik Mevlevihanesi Şeyhi İshak Dede olayıdır. Karakaş Sabetaycılarının önemlilerinden olan, İshak Dede Mevleviliğe intisabından bir süre sonra Selanik Mevlevihanesinin postnişînliğine yükselir. Aynı zamanda güçlü bir sabetaycılık eğitimi de alan İshak Dede, Mehmed Es’ad Dede’nin aksine Sabetaycı geleneği ve inancını gizliden güçlü bir şekilde sürdürür. Sabetaycılar içerisinde hahamlık (Ogan) mevkiine yükselir. Selanik’teki Sabetaycı mezarlığının bitişiğinde olan Mevlevîhanenin şeyhi olarak maruf günlerde Mevlevî ayin ve erkânını sürdürdüğü gibi, bu mevlevihanede çifte kimlikli mürtleriyle birlikte gizliden Sabetaycı ayinlerini de sürdürür. Mübadele sonrasında İzmir’e gelen İshak Dedenin ölüm tarihini maalesef tespit edemedim. Dışişleri Eski bakanı Prof. Dr. Emre Gönensay, İshak Dede’nin torunlarındandır. [Selânik Mevlevihanesi ile ilgili olarak bkz. N. P. Stavroulakis, a.g.e. pp. 45-78; Mehmet Ali Gökçatı, a.g.m. Stavroulakis’in bu eserinin 71. sayfasında, İshak Dede’nin Selanik’teki Mevlevihanesinin revaklarında Mevlevi Şeyhi kıyafetiyle çekilmiş bir fotoğrafı yer almaktadır. ]
 

Sabetaycılar, Melamilik ve Mevlevilik dışında en güçlü bir şekilde Bektaşilik tarikatında yer alırlar. Başta, Selanik, Serez, Drama, Üsküp, Teselya, Batı Trakya ve Edirne olmak üzere İzmir Ve Manisa’da yoğun bir biçimde Bektaşilik tarikatına nüfuz ederler.**[bkz. dipnot "Procurator Amplus"] Bektaşiliğin geniş meşrepliliği onların nüfuzunu çok daha kolaylaştırır. Sonradan İstanbul’daki bazı Bektaşi tekkelerine de ciddi bir şekilde nüfuz ederler. Bugün bile gerek Rumeli’de gerekse İzmir, Aydın ve İstanbul’da, hatta Ankara’da Bektaşilerin önde gelenlerinin önemli bir bölümü Sabetaycılardan oluşmaktadır.


Bektaşilikte yer alan Sabetaycıların bir bölümünü şu şekilde sıralayabiliriz:
  • Sabetaycı ve Mason Mesut Koman Baba 
  • Kazlıçeşme Bektâşî Tekkesi son postnişîni Sabetaycı Küçük Abdullah Baba 
  • Sabetaycı ve Mason üstadı Teoman Güre (İlhâmî) Halifebaba 
  • İzmir’de hazine avukatlığı yapmış olan Sabetaycı Feyzi Akeren Baba
  • Selânikli Ali Aydın Baba 
  • Mason ve Sabetaycı Yenişehirli Hüseyin Hüsnü (Erdikut) Baba. Sabetaycı ve Mason olan Hüseyin Hüsnî Erdikut Baba bir şiirinde masonluğunu şu şekilde itiraf etmiştir:
Bir adım Farmason bir adım Hüsnî
Hakk ile hâkk olup tutmuşum desti
Pîrimden bilenler sözüm hemrâz olurlar
( Bedri Noyan, Bütün Yönleriyle Bektâşilik-Alevîlik 2002:201 )

  • Sabetaycı Hüseyin Coşkun Eren 
  • Sabetaycı Prof. Ragıp Üner 
  • Mustafa Kemal Atatürk’ün başhekimi Sabetaycı Dr. Hasan Ragıp Erensel Halifebaba 
  • Sabetaycı Ali Gâlip Eren Halifebaba 
  • Kazlıçeşme Bektâşî Tekkesinin haziresinde medfun olan Tabip Binbaşı Sabetaycı Haydar Bey. Haydar Bey’in Kazlıçeşme dergâhındaki, mezar taşında, gerek Üsküdar-Bülbülderesi gerekse Maçka’daki Sabetaycı mezarlığındaki mezarlarda çokça rastlanıldığı gibi fotoğraf bulunmaktadır. Mezar şahidesinin üzerine Tabip Binbaşı Sabetaycı Haydar Bey’in mezar şahidesine seramikten mamül bir fotoğrafı konmuştur. Şahidesinde şu kitâbe mevcuttur:

Hû Dost
Tabib Binbaşı Ehl-i Beyt’e bende ah, Haydar Bey
Hüseynî-meşreb ve pâkîze-meslek, ma’rifet-perver
Sahâvet-pîşe iken kalbinden gitti Muharremde
Şehîd-i Kerbela’ya intisabı oldu rûşenter
Niyâz etti çıkardı bir güher tarîhini Remzî
Oldu reh-yâb Mevlâ’ya Bi-hakk-ı Murtazâ, Haydar
18 Muharrem 1343

Haydar Bey’in kızkardeşi olup 1929’da vefat eden Zehra Hanım da aynı mezara gömülmüş olup, şahidenin arka yüzüne onun için şu kitâbe yazılmıştır:

Huve’l-Bâkiy
Burada beraber medfûn olan
Hemşîresi Zehra Hanımın
Ruhuna El-Fatiha
1929

  • Emekli Albay Sabetaycı Cavid Aker Baba 
  • Emin Uras Baba 
  • Eski Ziraat vekili Sabetaycı Nedim Ökmen 
  • Ali Oktay Cever. Ali Oktay Cever, aynı zamanda Mason üstâdı olup, Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locasına Bağlıdır. [bkz. Mimar Sinan Dergisi, Hür Ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası Yayın Organı, Yıl: 1983, Sayı:50, Shf:82. Bu Sayıdaki kayda göre Üstad Ali Oktay Cever İstanbul İdeal Locasında 24. 10. 1983 Tarihinde, "Bektâşîlik’te Yaşamış Masonik Fikirler" başlıklı bir konferans vermiştir.]
  • Besim Berkmen 
  • Cevdet İşçimen.
Sabetaycılar, Bu tarikatlerin yanısıra, Rufâi tarikatına sızarlar. İstanbul’da, Fatih’te Ümmi Kenân tekkesinin kurucusu Selânikli ünlü Kenan Rifâî de bu cemaatin bir mensubuydu.1867’de Selanik’te doğan Kenan Bey, burada önce Alliance Israélite ve Terakki mekteplerine devam eder, daha sonra İstanbul’da Galatasaray Sultanisi ve hukuk mektebini bitirir. Medine, İstanbul ve başka şehirlerde muallimlik yapar. Medine’de iken Rifâî şeyhlerinden Şeyh Hamza Efendi’den icazet aldığını ileri sürer. İstanbul’da Fatihte halen mevcut olan Ümmü Kenan tekkesini kurar. Tekke 1909’da Mimar Ekrem Hakkı Ayverdi’ye yaptırılır. 1925’e kadar tekke faaliyetini sürdürür. Geniş meşrepli olup, bir sosyete tarikatı şeklinde faaliyetlerini sürdüren Kenan Rifâî (Büyükaksoy) 7 Temmuz 1950 yılında vefat ederek Merkez Efendi mezarlığına defnedilmiştir. Kenan Rifâî’yi takiben bir çok Sabetaycı aile mensubu halen merkez Efendi ve Kozlu mezarlıklarına defnedilmeye devam etmektedir. Kenan Rifâî’den sonra Kubbealtı cemiyeti şeklinde faaliyetini sürdüren cemaatin başına Mimar Ekrem Hakkı Ayverdi’nin kızkardeşi Semiha Ayverdi geçer. (Ölümü: 1993)

Sabetaycılar, Tarikatlerin yanısıra, ticari alan başta olmak üzere diğer alanlarda da boy göstermeye başlarlar. Sabetaycıların Sufi İslâm tarikatlarına yoğun bir şekilde sızmış olmalarının temelleri, Sabetaycı Musevî yorumunun Kabbalist esasa dayanması ve Sabetay Sevi’nin zâhiren müslüman olduktan sonra önce Üsküdar’daki Aziz Mahmud Hüdâyî tekkesi, sonra ise ünlü Niyazî Mısrî ile kurduğu söylenen ilişkilere dayandırılmıştır. [Ilgaz Zorlu, Evet, Ben Selanikliyim, shf. 45–52; Gershom Scholem, Sabbatai Sevi, Shf. 836–837] İlkin en önemli adımları eğitim alanında atarlar. Fransız Ve Türkiye Yahudilerinin birlikte Selanik, İzmir gibi Batıya açık ticari liman kentleri başta olmak üzere faaliyete geçirdikleri Alliance Israélite okulları buralardaki Sabetaycıların ilgi göserip devam ettikleri okullar olmuşlardır. Daha sonra Robert koleji başta olmak üzere diğer yabancı okullarda da Sabetaycılar yer almışlardır. [Alliance Isralite Okulları ile ilgili daha fazla bilgi için bkz. Aron Rodrigue, French Jews-Tukish Jews, The Allience Israélite Universelle and Politics of Jewish Schooling in Turkey, 1860–1925, Indiana University Press, Indianapolis, USA, 1990.]

Ancak Sabetaycıların eğitim alanındaki asıl atılımları, kendi kurdukları, Terakki ve Feyziye mektepleriyle olmuştur. Bu her iki mektep grubunun temelleri Atatürk’ün Selânik’teki öğretmeni Şemsi Efendi (Şimon Zwi) tarafından atılmıştır. Sabetaycıların Kapancılar koluna mensup olup, 1851 yılında Selanik’te Koca Kasım mahallesinde Abdi Efendi ile Rabiâ Hanım’ın oğulları olarak dünyaya gelen Şemsi Efendi Selanik rüşdiyesini bitirir. Bunun yanısıra hususi dersler alır. Önce Arapça ve Farsça dersler alır. Ayrıca, İbranice öğrenir. Daha sonra Selanik’teki Alliance Israélite okulunda Fransızca dersler alarak bu dili öğrenir. Rüşdiyeyi bitirdikten sonra hemen öğretmenliğe merak saran Şemsi Efendi genç yaşta, okula gitme imkânı bulamayan Sabetaycı çocuklara hususi öğretmenlik yapar. Bir ara Aynaroz gümrük kâtipliğinde de çalışan Şemsi Efendi, 1871 yılında Selanik’e tekrar döner. Hedefi Selanik’te Sabetaycı Cemaat mensuplarına yönelik Avrupaî tarzda eğitim yapan okul açmaktı. İlkin burada Yabancı bir okulda Türkçe öğretmenliği yapmaya başlar. Şemsi Efendi bununla kalmayarak, 1872’de ilk hususi mektebini açma izni alır. Selanik’te Sabri Paşa caddesinde, Çarşamba tekkesi karşısında tek katlı bir binada ilk mektebini açar. Sadece Sabetaycı Cemaat mensubu çocuklara yönelik olarak hizmet veren bu mektep, Sabetaycıların Terakki ve Feyziyye mekteplerinin nüvesini oluşturacaktı. Avrupâî usulde eğitim veren Şemsi Efendi’nin bu mektebinde daha sonra Mustafa Kemal Atatürk de okuyacaktı. Bu, Şemsi Efendi’nin "Atatürk’ün Hocası" ünvanını almasına neden olacaktı. Ilgaz Zorlu’ya göre Şemsi Efendi aynı zamanda en büyük Sabetaycı Kabbalistlerden ve Kabbala üstadlarından biriydi. Hatta kendi mektebinde Sabetaycılık eğitimi verdiği de bilinmektedir.

1879 yılında Selanik’te Terakki mektebi kurulur. [Selanik’teki Terakki mektebi ile ilgili olarak bkz. Esin Eden& Nicholas stavroulakis, Salonika, A Family Cookbook, Talos Press, Athens, 1997.] Kabbala mistisizminden etkilenen Şemsi Efendi, Karakaşlarla Kapancılar grubunu yeniden birleştirme çabalarına girer. Hatta bu amaçla, kendisi Kapancılar koluna mensup olmasına karşın, Karakaşlar grubu ile anlaşarak 1884’te onlara ilk Feyziye mektebini kurar. Bu mektepte öğretmenliğini sürdüren Şemsi Efendi ilk kurduğu tek katlı mektepde de öğretime devam eder. İlk önce kısa bir süre mahalle mektebine devam eden Mustafa Kemal de, bir süre sonra Ali Rıza Bey tarafından mahalle mektebinden alınarak Şemsi Efendi Mektebi’ne kaydedilir. Mustafa Kemalin ilk ciddi öğrenimi bu mektepte olur. Daha sonra Askeri Rüşdiyeye kaydolan Mustafa Kemal bu sırada Fransızca öğrenmek için Selanik’teki Alliance Israélite okuluna da bir süre devam eder. 

Selanik’teki bu ilk Feyziyye mektebinin yanısıra ikinci Feyziyye Mektebi İstanbul Üsküdarda Bülbülderesinde, Feyziyye Camii’nin yanında Kâbile Hafize Hanım adlı Karakaşlardan bir Sabetaycı kadın tarafından inşa edilmiştir. Bugün mevcut olmayan 1310/1892 tarihli mektebin kitâbesi şu şekilde idi:

Kâbile Hâfize Hanımdır Sebep
Bir vasiyyetle yapıldı hâliya
Sağlığında terk edip nakd-i helâl
İşbu dâr-ı ilmiyyeyi acîb derya
Eyledikçe tıfl-ı kudek Besmele
Şâd ola ruh-ı şerîfi dâima
Çâr harf imdâd ile tarîh Nebîl
Söyledim cevher gibi ben de ânâ
Kıl salâ etfâle bu mısra’la
Mekteb-i pür-feyze gel subh u mesâ
1310

[bkz. Mehmed Râif, Mir’atı İstanbul, İstanbul, 1314, Shf. 85–86, İbrahim Hakkı Konyalı, Üsküdar Tarihi, Cilt 2 Shf. 308, İstanbul, 1977; Mehmet Nermi Haskan, Yüzyıllar Boyunca üsküdar, Üsküdar Belediyesi Yayınları, Cilt.1/199, Cilt. 2. 893,908 ]

Feyziyye Camii ise, Bülbülderesinde bulunan Sabetaycı mezarlığının dibinde , bu cemaatın karakaşlar grubu mensuplarından Dilberler ailesinden Yusuf adlı biri tarafından Sabetaycı cemaatten para toplanarak 1300/1882 tarihinde bu mezarlık için yaptırılmıştır. Re’fet adlı biri tarafından söylenen kitâbesi şu şekildedir:

Habbezâ kim Vâdi-yi Bülbül’de ashâb-ı kerem
Yapdılar bu ma’bedi Elhakk latîf u dil-nüvâz
Münzevî bir zâhid Hakk-bîne benzer guyiyâ
Hakk’a el açmış bu kabristan için eyler niyâz
Şahrâh üzre dikilmiş ’aşk ile eyler nidâ
Es-Salâ Yâ mü’minîn gel benle eyle keşf-i râz
Re’fetâ itmâmına yazdım zehî tarîh-i tâmm
Abidâ gel Câmi’i Feyziyye’de eyle niyâz
1300

Bu Sabetaycı Cami, 1956 yılında yine Dilber ailesi mensupları tarafından tamir ettirilmiştir. Karakaşların önemli bir sülalesi olan Dilberlerin aile mezarlıkları Bülbülderesinde, İpekçi ailesinin mezalarının yanıbaşındadır. Camiin abdest muslukları ise, yine Karakaş cemaat mensuplarından, İbrahim Asaf ve Ayşe German çifti tarafından hayrat olarak yaptırılmıştır. Bizzat yaptığımız tesbitlere göre kıblesi yanlış olan Sabetaycı Feyziyye (Bülbülderesi)  camiinin bakım ve onarımı halen cemaatin Karakaşlar kolunun mensuplarınca deruhte edilmektedir. [bkz. Feyziyye Camii Hakkında Bkz. M. Râif, Mir’ât-ı İstanbul, Shf. 84, İ. H. Konyalı, Üsküdar Tarihi, Cilt 1. Shf. 152-153, İstanbul, 1976, Tahsin Öz, İstanbul Camileri, TTk. Yayınları, Ankara 1997, Cilt 2. Shf. 14; Mehmet Nermi Haskan, age. Cilt. 2/893 ]

1912’de Balkan Harbi sonrasında Selanik’in Osmanlılar tarafından kaybedilmesi üzerine, Şemsi Efendi buradan göç etmek zorunda kalır. Önce, İzmir’e yerleşmek isteyen Şemsi Efendi (Şimon Zwi) İstanbul’a yerleşmek zorunda kalır. İstanbul’da Fatih Kız Lisesine Fransızca öğretmeni olarak tayin edilir. Ancak bir süre sonra sağlığı bozulmaya başlar. 1917 yılında İstanbul’da vefat ederek, Kapancılar koluna mensup olmasına karşın, Üsküdar Bülbülderesi’ndeki Selanikli-Sabetaycılar mezarlığında, Karakaşlar bölümünde defnedilir. Yine cemaat mensuplarından Makbule Hanım adlı birisiyle evlenmiş olan Şemsi Efendi’nin Makbule Hanım’dan Ma’rife ve Yektâ adlı iki kızı olur. Müziğe ve eğlenceye meraklı olan Ma’rife düzgün bir eğitim almaz, evlenip biri erkek üç çocuk sahibi olur. Okumaya ve Fransızca öğrenmeye meraklı olan Yektâ ise, ablası gibi güzel olmamasına karşın iyi bir eğitim alır. Sonra, Şemsi Efendi’nin akrabası ve yetiştirdiği İbrahim İhsan’la evlenir ancak bu evlilik bir gece sonra sona erer. İbrahim İhsan hakkındaki siyasi suçlamalardan dolayı Selanik’i terkeder. Yektâ’nın İbrahim İhsan’dan Veli adlı bir oğlu olur. Annesi ve Şemsi Efendi tarafından büyütülen Veli Efendi de Şemsi Efendi ile birlikte İstanbul’a göçeder. 1934’te ki soyadı kanununda Zeren soyadını alan Veli Efendi sonra Nazime Hanım diye yine kapancılardan bir bayanla evlenir. Veli Zeren 1983 yılında İstanbul’da vefat eder. [Şemsi Efendi ve ailesi ile ilgili olarak bkz. Ilgaz Zorlu, Evet, Ben Selanikliyim, Zvi-Geyik Yayınları, 8. Baskı, İstanbul 2000; Ilgaz Zorlu, Selanikliler Ve Şişli Terakki Yolsuzluğu, İstanbul, 2000; Azmi Koçak, Atatürk’ün İlk Öğretmeni Şemsi Efendi, Düşler Sokağı Reklam/Yayın, İstanbul, 2000.]   

1877–78 (93) harbi sonrasından başlayarak, Balkanları terk ederek İstanbul vesair şehirlere göç etmek zorunda kalan Sabetaycılar, Selanik ve çevresinde kurdukları müesseseleri de yeni geldikleri yerlere taşıdılar. Feyziye ve Terakki mektepleri sadece İstanbul’da değil İzmir, Bursa, Manisa ve İzmit gibi merkezlerde de kurulur. Özellikle Sabetaycıların, İstanbul’da Nişantaşı, Şişli ve Teşvikiye semtleri çevresinde kümelenmeleriyle her iki cemaate ait bu mektepler lise olarak Teşvikiye’ye taşınır. Şişli Terakki Lisesi ve Işık liseleri olarak faaliyet gösteren bu mekteplerden Terakki Lisesi son yıllarda buradan taşınır. Feyziye mektebi ise halen burada Işık Lisesi olarak faaliyetini sürdürmektedir. Her iki mektep’te uzun süredir Sabetaycı cemaat mensubu olmayan birçok öğrenci de öğrenim görmektedir. Feyziye Mektepleri vakfına bağlı kurum daha da genişleyerek, son yıllarda Işık Üniversitesini kurar, bu üniversitenin rektörlüğünü halen İstanbul Üniversitesi eski rektörlerinden Karakaşlar cemaatine mensup, Prof.Bülent Berkarda yürütmektedir.

** dipnot:

PROCURATOR AMPLUS ( İMTİYAZLI İDARECİ)
Manisa’daki Sabetaycı-Bektaşilerle ilgili ilginç bir Fransızca belge ve Tercümesi şu şekildedir:

PROCURATOR AMPLUS
CASTELLUM DuoEt Viginti Excellence, La règion du Castellum-Aegis Centrum, comprenant le prèfecture deSmyrne et une partie du prefecture de Magnèsie, est habitèe par une population de plus de 10.000 Juif-Bakhtasis auxquels il faut ajouter 3.000 Juif-Bakhtashis du prèfecture de Palèo-Castro. Ils y ont èmigrè depuis 1910; ils attendent anxieusement la libèration de leur Patrie pour regagner leurs foyers.Le gouvernement de Kemal Pacha, après entente apocryphe avecThalamus, a accordè 15 sièges aux Juif-Bakhtasis dans l’AssemblèNational.Les Juif-Bakhtasis ont ètè convertis à l’Islamisme, il y a environ 150ans: ils gardent encore les pratiques juives, ils conservent le Torah etles livres de prière comme de prècieuses reliques et ils parlent entreeux la langue juive.
Les ayant pris sous ma protection sur la demande, on aurait pu supposer que c’etait un but de prosèlytisme que j’avais accèdè à cette demande.
L’Excellence Bozkurt Beg m’adressa une lettre pour me confier le pouvoir:
’C’est des Juifs nous avons pris cette contrèe, c’est à eux que nous la remettons aujourd’hui. Nous allons vous livrer aussi les synagogues que nous avons transformèes en mosquèes, transformez-les de nouveau en synagogues, si vous les croyez bon’ Mais dans un esprit d’apaisement des passions j’ai cru bon de ne pasy toucher, de les èvaluer après.Par ordre du gouvernement Turc, aucune mesure concernant lapopulation Juif-Bakhtasis n’a ètè prise par les autoritès sans que jesois consultè. Lorsque la bureaucratie Turc s’est dèsagrègèe enMusulmans, ils ont continuè à reconnaitre mon autoritè et à montrerleur confiance à l’èlèment Juif-Bakhtasi.
Ils m’ont instamment priè de faire partie du Grand Autoritè de sauver la règion des excès Musulmans.
En meme temps l’Excellence le chef d’Etat-Majeur m’ècrivit une lettre me demandant d’organiser un règiment des Juif-Bakhtasis, reconnaissant par la- meme l’influence et l’importance de l’èlèment Juif-Bakhtasi de la règion. Les officiers et les autoritès lègales continuent de nous tèmoigner la confiance la plus absolue.
Les Juif-Bakhtasis se sont montrès dignes de cette confiance; ils ont pu assurer la vie et les biens des officiers et des autoritès lègales. Malgrè le trouble des consciences et les difficultès exceptionels qui sesont prèsentèes, il n’y eut aucune perturbation. Ces faits dèmontrent que le gouvernement de l’Excellence Moustapha Kemal Ataturk a reconnu que les Juif-Bakhtasis ètaient leurs seuls succeurs et les seuls capables de gouverner le pays, une fois l’idèologie musulmane abolie. En tout cas il a reconnu l’influence prèpondèrante de l’èlèment Juif-Bakhtasi. Dans les circonstances les plus difficiles, les Juif-Bakhtasis ont pu assurer un ordre parfait. Avec mes remerciements anticipès, veuillez agrèer, Excellence, l’assurance de ma parfaite considèration. 
Farhi Gollanzo
PROCURATOR
Smyrne, le 16 Mars 1937 
Bu Fransızca belge İtalya’da Vino Ponti’nin özel kütüphanesinde 268 no. ile bulunmaktadır.

TERCÜMESİ: 

İMTİYAZLI İDARECİ
22 No.lu KALE Hazretleri,
İzmir vilayetiyle, Manisa vilâyetinin bir kısmını ihtiva eden Kale-Merkez Ege bölgesinde 10.000’den fazla Yahudi-Bektaşi nüfusu ikamet etmektedir ve bunlara Paleo-Castro (Balıkesir) vilâyetindeki 3.000 Yahudi-Bektaşi’yi de ilâve etmek lüzum eder. (Onlar) Oraya 1910 yılından itibaren hicret ettiler; Vatanlarının hürriyete kavuşmasını ve ocaklarına (ortamlarına) geri dönmeyi sıkıntı içinde bekliyorlar.
İç Oda ile (varılan) hafî (gizli) mutabakattan sonra Kemal Paşa idaresi Yahudi-Bektaşiler’e Milli Meclis’te 15 adet sandalye (koltuk) tahsis etti.
Yahudi-Bektaşiler yaklaşık 150 yıl evvel İslâm’a ihtida ettiler: Yahudi pratiklerini hâlâ muhafaza ediyorlar, Torah’ı ve dua kitablarını değerli kalıntılar gibi koruyorlar ve aralarında İbranî lisanıyla konuşuyorlar.
Taleb üzerine onları himâyeme almam suretiyle, bu talebe iştirak etmiş olmam bir dönmelik gayesi olarak kabul edilebilirdi. Bozkurt Bey hazretleri [ M.Kemal kastediliyor. ] iktidarı (salâhiyyeti) bana emanet (ettiğini gösteren) bir mektup gönderdi:
’Biz bu emaneti Yahudiler’den aldık, bugün onu yerine iade ediyoruz (onlara geri veriyoruz). Camilere çevirdiğimiz sinagogları da size vereceğiz, eğer iyi olacağına inanıyorsanız onları yeniden sinagoglara çevirin’ Fakat ihtirasların ağırlığı esprisi dâhilinde, onlara dokunmamanın, daha sonra değerlendirmenin iyi olacağına inandım. Türk hükümetinin tâlimatı gereği, benim tavsiyem olmaksızın, yetkililer tarafından Yahudi-Bektaşi toplumunu alâkadar eden hiçbir karar alınmadı.
Türk bürokrasisi Müslümanlar’la mutabık olmadığı müddetçe, benim yetkimi tanımaya ve Yahudi-Bektaşi unsuruna itimad etmeye devam ettiler. Benden mütemadiyen, bölgeyi Müslüman artıklarından kurtarmak için Büyük Otorite’nin bir parçası olmayı rica ettiler.
Aynı zamanda Genelkurmay Başkanı Hazretleri [ Fevzi Çakmak kastediliyor. (1922–1944 arası) ], bölgedeki Yahudi-Bektaşi unsurunun ehemmiyetini ve tesirini tanıyan (ona minnet duyan) ve benden bir Yahudi-Bektaşi (sistemli) birliğini organize etmemi taleb eden bir mektup yazdı. Yahudi-Bektaşiler bu itimaddan gurur duydular; Kanunî yetkililerin ve subayların iyiliğini (huzurunu) ve hayatını garanti edebildiler.
Sergilenen şuur bulanıklıklarına ve istisnai zorluklara rağmen hiçbir karmaşa olmadı.
Bu olup bitenler gösteriyor ki, Mustafa Kemal Atatürk hazretleri, bir kere Müslümanlık ideolojisi bitip tükenmeye görsün, Yahudi-Bektaşiler’in kendilerinin tek halefi olduklarını ve ülkeyi idare etmeye kabiliyetli yegâne (toplum) olduklarını gördü (bildi, farketti). Her hâlukârda, Yahudi-Bektaşî unsurunun ağır (câlib-i dikkat) tesirini gördü(bildi, tanıdı). En zor şartlarda, Yahudi-Bektaşiler mükemmel bir nizamı kesinleştirebildiler.
Hazretleri, mükemmel niyetimin kat’iyetini öncelikli teşekkürlerimle beraber (lûtfen) kabul buyurunuz. 
Farhi Gollanzo
İDARECİ
İzmir, 16 Mart 1937

NOTLAR:
1- 1. paragrafta geçen ’vatan’dan kasıt ’Arz-ı Mev’ud’dur.
2- İç Oda (Thalamus), KALE’nin idari kadrosudur.
3- Bu mektubda, kaleme alanın hitab ettiğinin kim olduğu belli değil fakat muhtemelen Dünya Siyonizm Kongresi’ne veya onun birimlerinden birine hitab ediliyor.
4- Çok değerli bir belge olduğuna şübhe yok.
5- Vino Ponti Kütüphanesi Vatikan içindedir.
6- Kale’den kasıt gizli bir teşkilâttır, daha üst teşkilâtlara Kule denir ve merkezidir.
7- Gollanzo ailesinin bir kolu Almanya diğer kolu İspanya mahreçli olub katışıksız Yahudidir
8- ’Procurator’ kelimesi Latince olup aynı zamanda ’ajan’ mânâsına da gelmektedir.
MÜFİD YÜKSEL

1 yorum:

Adsız dedi ki...

niyazi mısrinin gerçekte nasıl biri olduğu daha da muğlaklaştırılmıştır.

Yorum Gönder

HAŞİYE

Hovardalık günlerimin sonunda daha fazla hayaller içerisine gömülür, pişmanlık, gözyaşları, lanetler ve sevinçlerle dolardı yüreğim. Bazı zamanlar, bu sarhoşluk ve her yanımı kuşatan mutluluk, bana kendimle alay etmeyi unuttururdu. Neredeyse damarlarımda dolaşırdı umut, inanç ve sevgi. O zamanlar dışarıdan gelecek bir mucizeyle önümdeki her şeyin ferahlayacağına, iyi, güzel ve kusursuz bir çalışma ufkunun beni beklediğine inanırdım. Yeraltından Notlar -Dostoyevski

CIRCA LUMINA

It seems to me that we must make a distinction between what is "objective" and what is "measurable" in discussing the question of physical reality, according to quantum mechanics.The state-vector of a system is, indeed, not measurable, in the sense that one cannot ascertain, by experiments performed on the system, precisely (up to proportionality) what the state is; but the state-vector does seem to be (again up to proportionality) a completely objective property of the system, being completely characterized by the results it must give to experiments that one might perform.

Roger Penrose- The Emperor's New Mind